Bu Blogda Ara

16 Ekim 2018 Salı

St. Naum



Ohrid’e sadece 29 km uzaklıkta bulunan , muhteşem Ohrid gölünün doğduğu yer St. Naum. Hep duyardım ismini de merak ederdim. Cennet köşesi derlerdi de inanmazdım. Sonunda gidip görme fırsatım oldu. Her gezginin rotasında mutlaka  bulunmalı diyeceğim ve bana göre yer yüzündeki sayılı güzelliklerden biriymiş meğerse.. Alan, Unesco tarafından koruma altına alınmış haliyle. Yeşilin her tonu mevcut dediğimiz güzide bölgelerden birisi…


Bölgede ismi geçen Aziz Naum, o dönemin saygıdeğer azizlerinden biri. Çok kişinin eğitimine de katkısı olan ve  910 yılında hayatını kaybeden  Aziz Naum kilisesinin  yapımına 906 yılında başlanmıştır. Defalarca yangın görmüş ve yine defalarca  restore edilmiştir. Sadece ibadethane ve dini amaçla kullanılan bir yapı değil, kimi zaman savaş döneminde hastane olarak, kimi zaman da eğitim amaçlı kullanılmıştır. Yonca mimarisine sahip, manevi hayat odaklı olarak inşa edilmiş olan kilise, tüm gölün manzarasına sahip, küçücük bir tepeye konumlanmıştır.


Alana girişte hediyelik eşya satan dükkanlar çıkıyor karşımıza.. Görmeye alışık olduğumuz ürünlerin yanı sıra farklı dekorasyonlar oluşturulabilecek tipte ürünler de var tezgahları süsleyen.. Üzerinde tekne turu yaptığımız Ohrid gölünün bir kısmı da bu bölgede. St. Naum nehriyle göl arasında yayalar için bir yol bulunuyor .



Makedonya’nın denize kıyısı yok. Ülkeler arası geçiş, göl aracılığıyla da olsa mümkün değilmiş o dönemlerde..  1912 Balkan savaşları ile 1925 yılı arasında Arnavutluk sınırları içinde bulunan göl, iki ülke arasındaki iyi niyet anlaşması sonrasında Arnavutluk sınırının biraz geri çekilmesiyle Makedonya’ya dahil olmuştur.



St. Naum nehrinde 2,5 eur ücret karşılığında , küreklerini oldukça genç arkadaşların çektiği 8-12 kişilik sandallarla kuş sesleri eşliğinde 20-25 dakika kadar süren bir gezinti yapmak mümkün. Yalnız bu geziyi yapabilmek için uzun bir süre beklemek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü çok talep var . Genç arkadaşlar bir yandan kürekleri çekerken bir yandan da bazı yerlerde size rehberlik yapıyor ama tabi anlamak için bir parça İngilizce bilmeniz şart.. Kesinlikle tavsiye ederim, doğa harikası bir bölge. Tam anlamıyla huzur ve sükuneti hissedeceğiniz bu eşsiz gezi esnasında suyun çıktığı kaynakları da görebilirsiniz kabarcıklar halinde. Gördüğünüz anda mutlaka ben de gitmeliyim diyeceğiniz yerlerden biri olan bu bölgede kartpostal havasında fotoğraflar çekeceğiniz de garanti ediyorum.



Tam karşısında bulunan , ilk bakışta güney sahillerimizi andıran gölde ise yüzme imkanı bulunmakla birlikte, ahşap masa ve oturma platformu da bulunuyor. Dinlenme amaçlı veya yüzmek istemeyip serin sularda oturmak isteyenler için yapılmış. Ben yüzmedim ama yüzenler suyun soğuk olduğunu söylediler. Bu arada suyun çıktığı kaynağın diğer bir ucu da burada. Hatta konuştuğum birisi, suyun çıktığı bölgenin diğer taraflara göre daha soğuk olduğunu söyledi. Bu arada göl, çok fazla derin de değil, onu da belirteyim.














Ohrid

Ohrid, Balkanların incisi olarak söz edilir bir çok yerde.  Neden böyle dendiğinden söz edeceğim elbette ama önce Ohrid’den bahsedelim biraz.
Ohrid, Makedonya’nın güzel şehirlerinden birisi .Makedonya, bir dönem Bulgar Krallığı topraklarındayken, Ohrid başkentti.
Kışları sakin, yazları kalabalık olan şehirde , kışın 25-30.000 arası olan nüfus, yazın 130-140.000 oluyor. Şu anda tam olarak 2300 Türk, 2500 civarı da Arnavut yaşamakta.
Türk insanı hemen belli ediyor kendini ama şivesi  biraz farklı. 70li yılların başlarında Zeki Müren Türkçesiyle konuşmaya başlamışlar. Bazı şive örneklerine yer veriyorum: Bizim domatese patlıcan diyorlar, patlıcana kara patlıcan.








11’e çeyrek var deriz ya biz, 15 istenen 11’e derler. Yol verin yerine yapın yol derler.
Şehrin çarşısında turumuza başlıyoruz. Çınar Meydanı deniyor bu alana. Etkinlik yeri, buluşma yeri ne derseniz deyin ama her şey bu meydanda. Çınar meydanı denmesinin sebebi ise asırlık çınar ağacının bu alanda bulunması.  Çınar, 650 yaşındadır, Osmanlı döneminden kalmadır. Osmanlı her gittiği yere çınar ağacı dikmiştir. Bir ağaca en fazla 2 kere yıldırım düşer diye bir tabir vardır ama bu çınara tam 3 kez yıldırım düşmüştür ve destekli olarak ayakta durmaktadır.
Sol tarafımızda Zeynel Abidin cami var .Özelliği sabah ezanından sonra ve Cuma ezanından önce sesli zikir yapılmasıdır.
Eski Türk çarşısında restoranlar bulunuyor. Caddesi çok kısa.. Bu arada ayvarın meşhur olduğunu öğrendik. Bir çok markette satılan ayvar, Makedonca’da Ajvar olarak telaffuz edilir. Kırmızı biber közlenip, kıyma makinesinde ezilir. Sonra kavrularak kavanozlara doldurulur. Ekmek üzerine sürülerek yenmektedir, acılı ve acısız olarak satılır.
Bu şirin şehre neden balkanların incisi deniyor, çünkü Ohrid; incisiyle meşhur. Ama biizm inciden değişik yapımı. Normal inci gibi istiridyeden çıkmıyor. Özel bir yapımı var. Hepimizin bildiği sedef taşı alınır, iki eski ailenin bildiği bir sır vardır, bir de fajita denilen hamsiye çok benzeyen bir balıkları. Balığın pulları tek tek sökülür. Sırla tutkal haline getirilip, sedef taşına sürülür ve bugünkü Ohrid incisi görünümünü alır. Normal inci hiçbir surette çakmakla yanmaz ama Ohrid incisi sıcakla  temas ettiğinde yanar.  Orijinalleri olduğu kadar sahteleri de vardır.
Bir diğer önemli meydan da liman meydanıdır. Meydanın en önemli özelliği doğa harikası Ohrid gölünün bu alanda bulunması. Gölün özelliği suyunun çok temiz olmasıdır. Su altı derinliği 21.5 m dir ve bu tatlı su için inanılmaz bir rakam. Bu kadar temiz olmasının nedeni ise bir taraftan dolup, bir taraftan boşalması. Kaynağından dolup, Strugadaki Dream nehriyle birlikte Adriatik’e akar. 6-7 yılda bir suyun değiştiği söylenir. 2/3 ‘ü Makedonya’ya, 1/3 ‘ü Arnavutluk’a aittir. Alabalığı meşhurdur.
Kiril alfabesinin mucitleri Kiril ve Methodiy  kardeşlerin anıtları da bu meydanda. Aziz Clement ve Aziz Naum basitleştirerek günümüzdeki Kiril alfabesine dönüştürülmüştür. Dünyada en yaygın olarak kullanılan 3.alfabedir  .
Aziz Clement  te Ohridde çok büyük  öneme sahip kişilerden biridir. Eğitim alanında bir çok kişiye sağladığı imkanlardan dolayı da bu şekilde bahsedilmektedir. 1000 yıl önce Ohridde bir üniversite açtığı söylenmektedir.


Bulunduğumuz  Yeni Ohrid denilen yeri arkamızda bırakarak Eski Ohride doğru ileriliyoruz. Eski Ohrid tarafının ilk ismi Lihnidos. Işıkların Kasabası anlamına geliyor. O dönemde kale üzerinde yerleşen halk, bulundukları noktadan göle baktıklarında, güneş ışınları çok hoş görünürmüş. Bu ismin verilmesinin sebebi budur. 6.yy da çok büyük bir deprem meydana gelir, tüm kasaba yerle bir olur. O günden sonra Lihnidos ismi geçmez.7.yy da kale üzerine Slavlar yerleşir ve şehrin ismini Ohrid olarak değiştirirler. Ohrid, Slavcada bayırcık anlamına gelmektedir. Sonrasında yerleşen Osmanlılar da hiçbir değişiklik yapmazlar ve o günden beri şehrin adı Ohriddir.


Eski Ohrid dediğimiz kesim de tam bir Osmanlı şehri. Varoşlular deniyor bu bölgeye ama yaşayan kesim gayet iyi durumda. Kaldırımlar Osmanlı-Türk kaldırımı.2 adet kilise var, tam şehrin girişinde. Karantina kilisesi olduklarından bu noktada konumlanmışlar. Eskiden kasabaya girmek isteyen insanlar veba gibi hastalıklara karşı 4 gün boyunca burada karantinaya alınırmış. Bazı bölgelerde 4,bazı bölgelerde 40 gün..  Evliya Çelebi, Dubrovnik’e gitmiş. Orada karantina süresi 40 gün olduğundan bekleyememiş ve Dubrovnik’i  görmeden dönmüş. İtalyancada 40, kuarenta demek ,40 gün olayı buradan geliyor yani.


Ara sokaklara girdiğimizde Safranbolu evlerine benzeyen evler çıkıyor karşımıza.ne de olsa Osmanlı mimarisi. Bir zamanların gözde dizisi Elveda Rumeli bu sokaklarda çekilmiş. Evlerin mimarisi normalden biraz farklı, 3 katlı ve 1.kat hayvanların tutulduğu taşlık bir alan ve kiler olarak kullanılıyor. 2.kat oturma ve yemek odası, kışın hayvanlardan gelen sıcaklıkla ısınmaktadır.3.kat ise mutfak. Mutfağın en üst katta olma sebebi ise olası bir yangın anında alevler üst kata çıkmasın diye.


Şehirdeki bir başka önemli yapı da Ayasofya Kilisesi. Rivayete göre bir şehirde 365 tane kilise varsa, Ayasofya kilisesi inşa edilir. 11.yy ın ilk yarısında inşa edilmiştir. Haç planlıdır. Osmanlı döneminde camiye dönüştürülmüştür.1912  Balkan savaşına kadar cami olarak kullanılmış, sonrasında minaresi yıkılarak tekrar kiliseye dönüşmüştür. Yugoslavya döneminde müze haline getirilmiştir. Giriş ücretli ve içeride görülmeye değer bir şey yok çünkü Osmanlı döneminde badana yapılmış ve bütün freskler kaybolmuştur.  Akustiği çok güzeldir bu sebeple yaz döneminde bu mekanda festivaller ve konserler düzenleniyor.  Türkiye’den  Fazıl Say burada konser vermiş.


Eski Ohrid şehrinde gezimizi tamamladıktan sonra Ohrid gölünde de tekne turumuzu yapıyoruz. Eğer imkanınız varsa kesinlikle gün batımını izleyin.


Yemek kültürü ise bizimkine çok yakın. Güveçte kuru fasulyesi meşhur, bizimkinden farkı yok. Balkan köftesi ,dana etinden yapılan, içi kaşarlı, isteğe göre kaymakla servis edilen  hamburger köftesi büyüklüğünde ..


Servis konusu biraz sıkıntılı. Garsonlar algılamakta zorluk çektikleri gibi servis te çok yavaştır. Yan masanın siparişini alıp, getirmeden diğer masaya dönüp sipariş almazlar. Anlayacağınız aceleniz varsa, fast food tercih edin derim .



15 Ekim 2018 Pazartesi

Selanik



Thessalonike şehrinin adı Yunanca Thessalos ve Niki kelimelerinin birleşiminden gelmektedir. Adını Makedon prenses aynı zamanda Büyük İskender’in kız kardeşi Thessalonike ‘den almaktadır ( Türkçede Selanik olarak anılır) Yunanistan’ın Atina’dan sonra 2.büyük şehridir. Çok fazla sayıda üniversitenin bulunduğu bir eğitim şehri, aynı zamanda eski tarihi olan bir şehirdir. Bazı bölgeleri halen daha Osmanlı’nın izlerini taşımaktadır. Karayolu ulaşımının da rahatlığı sebebiyle İstanbul ve Trakya bölgesinde yaşayanların hafta sonu için gittikleri yerdir. Tabi ki bu noktada akla ilk gelen de Atamızın doğduğu evin bu şehirde olması..

3 katlı, kiler kısmıyla Osmanlı mimarisini gösteren evin  ismi Selanik Atatürk evi ve müzesi olarak geçiyor . Giriş ücretsiz ancak çok fazla sayıda talep olduğunda randevu alınarak gidiliyor. Gidip kapıda sıraya girerek içeri alınıyoruz.  Girişte Türkçe ve İngilizce “Hoşgeldiniz” yazısının altında hem Türkçe hem de İngilizce olarak “Herşeyin başlangıç noktası , bir umut doğdu” yazısı var ve gözlerim dolmadan okumayı beceremedim.

Atamızın evinde de bir ana kapı, bir de alt kapı olmak üzere iki farklı giriş var. Alt kapıdan girildiğinde müze haline getirilmiş odalar bulunuyor. Atatürk’e ait özel eşyalar, fotoğraflar ve bir de barkovizyon gösterisi var. Alt kısımdan merdivenle üst kata çıkılabiliyor.

Üst katta ise Atatürk’ün doğduğu oda, banyo ve mutfak bulunuyor. Bahçede bulunan nar ağacı Ali Rıza Bey tarafından dikilmiş ve Atatürk çocukken onun gölgesinde oynarmış. Tam karşısında da anlı şanlı bayrağımız dalgalanıyor. Bu arada görevliler de Türk, onu da belirteyim.


Evin hemen karşısında hediyelik eşya dükkanları var. Atatürk desenli magnetler, tabak ve bardaklar süslüyor bütün rafları.


T.C. Selanik Başkonsolosluğu , evin hemen yanında bulunuyor. Caddeye bakan kapıdan girişi var. Bayrağımın dalgalandığı iki binanın yanyana olması da çok onurlandırıcı..

Şehir içinde farklı yapılar da var. Eski tip evler çoğunlukta. Osmanlı döneminde önemli vilayetlerden biri olan Selanik, Yunanistanın Osmanlıya dair soğuk bir politika izlemesi sebebiyle yıkıma maruz kalmıştır.  O dönemde inşa edilmiş tek tük yapı var şu an. Çok fazla bir gelişmişlik yok şehirde. Binalar eski olduğundan olsa gerek..

Yunanistan’ın en büyük kilisesi olan Aya Dimitros ta Selanikte yer alır. Şehir merkezinde dolaşırken görülebilecek diğer yerler Kordon, Selanik Kalesi ve Beyaz Kuledir. Beyaz Kule, Osmanlının geri çekilmek zorunda kaldığı zaman kırmızı olan ve kanlı kule olarak adlandırılan kuledir. Osmanlı döneminde beyaza boyanmıştır ancak rengi zamanla atarak tekrar kırmızıya dönmüştür. Alt katı etnografya müzesi olarak kullanılmaktadır.


Çok güzel deniz ürünleri yiyebileceğiniz restoranlar var. Özellikle ahtapotu tavsiye derim. Ben de tavsiye üzerine yedim ve ne yalan söyleyeyim ilk defa yedim ve bayıldım. Pazar günü olduğundan da çoğu dükkan ve mağazalar kapalıydı.