Ohrid, Balkanların incisi olarak söz edilir bir çok
yerde. Neden böyle dendiğinden söz
edeceğim elbette ama önce Ohrid’den bahsedelim biraz.
Ohrid, Makedonya’nın güzel şehirlerinden birisi .Makedonya,
bir dönem Bulgar Krallığı topraklarındayken, Ohrid başkentti.
Kışları sakin, yazları kalabalık olan şehirde , kışın
25-30.000 arası olan nüfus, yazın 130-140.000 oluyor. Şu anda tam olarak 2300
Türk, 2500 civarı da Arnavut yaşamakta.
Türk insanı hemen belli ediyor kendini ama şivesi biraz farklı. 70li yılların başlarında Zeki
Müren Türkçesiyle konuşmaya başlamışlar. Bazı şive örneklerine yer veriyorum:
Bizim domatese patlıcan diyorlar, patlıcana kara patlıcan.
Şehrin çarşısında turumuza başlıyoruz. Çınar Meydanı deniyor
bu alana. Etkinlik yeri, buluşma yeri ne derseniz deyin ama her şey bu
meydanda. Çınar meydanı denmesinin sebebi ise asırlık çınar ağacının bu alanda
bulunması. Çınar, 650 yaşındadır,
Osmanlı döneminden kalmadır. Osmanlı her gittiği yere çınar ağacı dikmiştir. Bir
ağaca en fazla 2 kere yıldırım düşer diye bir tabir vardır ama bu çınara tam 3
kez yıldırım düşmüştür ve destekli olarak ayakta durmaktadır.
Sol tarafımızda Zeynel Abidin cami var .Özelliği sabah
ezanından sonra ve Cuma ezanından önce sesli zikir yapılmasıdır.
Eski Türk çarşısında restoranlar bulunuyor. Caddesi çok
kısa.. Bu arada ayvarın meşhur olduğunu öğrendik. Bir çok markette satılan
ayvar, Makedonca’da Ajvar olarak telaffuz edilir. Kırmızı biber közlenip, kıyma
makinesinde ezilir. Sonra kavrularak kavanozlara doldurulur. Ekmek üzerine
sürülerek yenmektedir, acılı ve acısız olarak satılır.
Bu şirin şehre neden balkanların incisi deniyor, çünkü
Ohrid; incisiyle meşhur. Ama biizm inciden değişik yapımı. Normal inci gibi
istiridyeden çıkmıyor. Özel bir yapımı var. Hepimizin bildiği sedef taşı
alınır, iki eski ailenin bildiği bir sır vardır, bir de fajita denilen hamsiye
çok benzeyen bir balıkları. Balığın pulları tek tek sökülür. Sırla tutkal
haline getirilip, sedef taşına sürülür ve bugünkü Ohrid incisi görünümünü alır.
Normal inci hiçbir surette çakmakla yanmaz ama Ohrid incisi sıcakla temas ettiğinde yanar. Orijinalleri olduğu kadar sahteleri de
vardır.
Bir diğer önemli meydan da liman meydanıdır. Meydanın en
önemli özelliği doğa harikası Ohrid gölünün bu alanda bulunması. Gölün özelliği
suyunun çok temiz olmasıdır. Su altı derinliği 21.5 m dir ve bu tatlı su için
inanılmaz bir rakam. Bu kadar temiz olmasının nedeni ise bir taraftan dolup,
bir taraftan boşalması. Kaynağından dolup, Strugadaki Dream nehriyle birlikte
Adriatik’e akar. 6-7 yılda bir suyun değiştiği söylenir. 2/3 ‘ü Makedonya’ya,
1/3 ‘ü Arnavutluk’a aittir. Alabalığı meşhurdur.
Kiril alfabesinin mucitleri Kiril ve Methodiy kardeşlerin anıtları da bu meydanda. Aziz Clement
ve Aziz Naum basitleştirerek günümüzdeki Kiril alfabesine dönüştürülmüştür. Dünyada
en yaygın olarak kullanılan 3.alfabedir .
Aziz Clement te
Ohridde çok büyük öneme sahip kişilerden
biridir. Eğitim alanında bir çok kişiye sağladığı imkanlardan dolayı da bu
şekilde bahsedilmektedir. 1000 yıl önce Ohridde bir üniversite açtığı
söylenmektedir.
Bulunduğumuz Yeni
Ohrid denilen yeri arkamızda bırakarak Eski Ohride doğru ileriliyoruz. Eski
Ohrid tarafının ilk ismi Lihnidos. Işıkların Kasabası anlamına geliyor. O
dönemde kale üzerinde yerleşen halk, bulundukları noktadan göle baktıklarında,
güneş ışınları çok hoş görünürmüş. Bu ismin verilmesinin sebebi budur. 6.yy da
çok büyük bir deprem meydana gelir, tüm kasaba yerle bir olur. O günden sonra
Lihnidos ismi geçmez.7.yy da kale üzerine Slavlar yerleşir ve şehrin ismini
Ohrid olarak değiştirirler. Ohrid, Slavcada bayırcık anlamına gelmektedir.
Sonrasında yerleşen Osmanlılar da hiçbir değişiklik yapmazlar ve o günden beri
şehrin adı Ohriddir.
Eski Ohrid dediğimiz kesim de tam bir Osmanlı şehri.
Varoşlular deniyor bu bölgeye ama yaşayan kesim gayet iyi durumda. Kaldırımlar
Osmanlı-Türk kaldırımı.2 adet kilise var, tam şehrin girişinde. Karantina
kilisesi olduklarından bu noktada konumlanmışlar. Eskiden kasabaya girmek
isteyen insanlar veba gibi hastalıklara karşı 4 gün boyunca burada karantinaya
alınırmış. Bazı bölgelerde 4,bazı bölgelerde 40 gün.. Evliya Çelebi, Dubrovnik’e gitmiş. Orada
karantina süresi 40 gün olduğundan bekleyememiş ve Dubrovnik’i görmeden dönmüş. İtalyancada 40, kuarenta
demek ,40 gün olayı buradan geliyor yani.
Ara sokaklara girdiğimizde Safranbolu evlerine benzeyen
evler çıkıyor karşımıza.ne de olsa Osmanlı mimarisi. Bir zamanların gözde
dizisi Elveda Rumeli bu sokaklarda çekilmiş. Evlerin mimarisi normalden biraz
farklı, 3 katlı ve 1.kat hayvanların tutulduğu taşlık bir alan ve kiler olarak
kullanılıyor. 2.kat oturma ve yemek odası, kışın hayvanlardan gelen sıcaklıkla
ısınmaktadır.3.kat ise mutfak. Mutfağın en üst katta olma sebebi ise olası bir
yangın anında alevler üst kata çıkmasın diye.
Şehirdeki bir başka önemli yapı da Ayasofya Kilisesi.
Rivayete göre bir şehirde 365 tane kilise varsa, Ayasofya kilisesi inşa edilir.
11.yy ın ilk yarısında inşa edilmiştir. Haç planlıdır. Osmanlı döneminde camiye
dönüştürülmüştür.1912 Balkan savaşına
kadar cami olarak kullanılmış, sonrasında minaresi yıkılarak tekrar kiliseye
dönüşmüştür. Yugoslavya döneminde müze haline getirilmiştir. Giriş ücretli ve
içeride görülmeye değer bir şey yok çünkü Osmanlı döneminde badana yapılmış ve
bütün freskler kaybolmuştur. Akustiği
çok güzeldir bu sebeple yaz döneminde bu mekanda festivaller ve konserler
düzenleniyor. Türkiye’den Fazıl Say burada konser vermiş.
Eski Ohrid şehrinde gezimizi tamamladıktan sonra Ohrid
gölünde de tekne turumuzu yapıyoruz. Eğer imkanınız varsa kesinlikle gün
batımını izleyin.
Yemek kültürü ise bizimkine çok yakın. Güveçte kuru
fasulyesi meşhur, bizimkinden farkı yok. Balkan köftesi ,dana etinden yapılan,
içi kaşarlı, isteğe göre kaymakla servis edilen
hamburger köftesi büyüklüğünde ..
Servis konusu biraz sıkıntılı. Garsonlar algılamakta zorluk
çektikleri gibi servis te çok yavaştır. Yan masanın siparişini alıp, getirmeden
diğer masaya dönüp sipariş almazlar. Anlayacağınız aceleniz varsa, fast food
tercih edin derim .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder