Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2020 Çarşamba

Tarihi şehir Çanakkale 2

Bu günümüzü de Çanakkale merkeze ayırdık. Çok güzel bir sahili var. Kordon deniyor sahile, İzmir Kordonu da çağrıştırıyor. Merkezde bulunan kısım Eski Kordon olarak anılıyor.
Merkezde gezilecek tüm noktalar yürüme mesafesinde. Saat kulesini fotoğraflamakla başlıyoruz gezimize. Barlar sokağına giderken sol tarafta kalıyor.
Bu arada peynir helvası meşhurmuş Çanakkale’nin. Özel bir peynirden yapılıyormuş. Peynir unla karıştırıldıktan sonra şeker ekleniyormuş. Görüntüsü kadayıfa da benziyor ama tadı bolca peynir.. Ezine peynircisi de çok fazla noktada var.
Çanakkale’nin simgesi haline gelmiş olan Truva atı sahilde yürürken çıktı karşımıza. Öğrendim ki bu at orijinalmiş. Truva filminde kullanıldıktan sonra Çanakkale’ye hediye edilmiş. İçinde fotoğraf çekilen tahta at ise 30 km uzaklıkta Troya müzesinde.
Sahil, boylu boyunca yürümek ve fotoğraf çekmek için birebir. Gelibolulu olduğunu öğrendiğimiz Piri Reis anıtı da sahil boyunda çıktı karşımıza. Kendi adına bir müze de var ama tadilattaydı giremedik. .
Şehirde önem arz eden Çimenlik kalesi…. Pandemi sebebiyle giriş yasağı vardı. Deniz müzesi ve ünlü Nusret Mayın gemisi de burada. Ve türkülere konu olan Aynalı Çarşı… Merkezde sadece yayalara özel bir yolu takip ederek ulaştık çarşıya da..
Buraya neden Aynalı Çarşı denmiş, interneti karıştırsak illa ki buluruz ama ben bölge esnafının bilgisini yoklamak adına girdiğimiz bir dükkanda hemen yönelttim soruyu. Esnaf, aynaların yapıldığı ilk yer olduğundan bu adı aldığını söyledi. Aynı bizim minyatür Kapalıçarşı ..Bir esnafa daha soralım dedik, onunda yanıtı şu şekilde: Aslında bir Yahudi çarşısıymış. Yahudinin ismi Hallo olduğundan Hallo çarşısıymış ismi. Hallo, çarşıya insanların gelmesini çok istemiş. Hatta işbirliği içerisinde olduğu İtalyadan da turistler getirmiş. İnsanlar kendilerini görsün diye her yere ayna döşenmiş. O dönemde ayna, hem ışıklandırma hem de insanların kendini görmesi için kullanılıyormuş. Savaş zamanı çarşı İngiliz himayesine geçmiş ve ahır olarak kullanılmaya başlanmış. Yahudiler tekrar ele almayı başarmışlar.2000 yılında Çanakkale Belediyesi tarafından restore edilerek, halka açılmış. Çarşı hakkında yeterince bilgi aldıktan ve alışveriş yaptıktan sonra çarşının arka sokaklarında yaya dolaştık. Zübeyde Hanım parkında oturduk, temiz hava aldık. Yaya olarak gezdiğimiz cadde aynı zamanda bütün banka şubelerinin olduğu, alışveriş yapabileceğiniz çarşı. Akşam yemeği için dolandığımız esnada Özbiga Köfte denilen küçük bir restoranın önünde durduk. Köftesi meşhur bu restoranda ekmek arası yedik.
Yemek deyince Çanakkale’nin neyi meşhur sorusu gelir akla, tabi ki domates ama yeni öğrendim ki sardalyası da meşhurmuş. Sahilde Truva otelin manzarası eşliğinde porsiyon olarak aldık ama ben ekmek arası seviyorum diyenler için de kesinlikle önerebileceğim , tadıyla da görüntüsüyle de ünlü “Sardal-ye” Çarşıda Ziraat Bankasının hemen solundan girdiğinizde 100 m ileride…Çalışanlar da çok güleryüzlü. Sandviç olarak aldığınızda 13 TL fiyatı var.
Çarşıda dolanırken tesadüfen bir kahve içelim diye girdiğimiz Cankuş Cafe. Kahve deyip te geçmeyin o kadar değişik lezzetler var ki. Hayatımda ilk defa koruk suyu içtim. Bezelye görünümlü üzümlerin suyunu şekerle tatlandırdıkları halde yine buram buram üzüm kokuyordu ve bir o kadar da lezzetliydi.
Aynı caddede bir de “Dur gitme, çayı yeni demledim” diye bir yazı çıksa karşınıza ne yapardınız? O an aklımıza gelen tek şey, tahta tabureleri çekip oturmak oldu. 120 yıllık Helvacı Ali markası, belki ismini duymuşsunuzdur ama burası diğer şubelerden çok daha farklı, Büşra ve Berna adında iki tane şeker gibi kız işletiyor. Çay ikramlarını kıramadık.
Helvalara gelince büyük cesaret. Özellikle yaz döneminde herkesin öncelikli tatlısının dondurma olduğu bir zamanda böyle bir işletme.. Dondurmalı irmik helvası, Antep fıstıklı Cennet Çamuru dedikleri helva, çikolatalı irmik helvası, hepsinin görüntüsü de çok güzel.
Tadına doyamadığımız bu güzel şehirde son ziyaret noktamız da Çanakkale Kent Müzesi oldu. Giriş tamamen ücretsiz. İlk inşasında zemin kat dükkan, birinci kat konut olarak kullanılmış, daha sonra 3. Katın ilave edilmesiyle otel olarak kullanılmıştır. Çanakkale belediyesince satın alınarak “ Çanakkale kent müzesi ve arşiv binası” olarak restore edilmiş ve açılmıştır. Giriş katta duvarda farklı hikaye ve efsaneler , ikinci katta ise eski giysiler ,aletler, çalgılar ve kentin eski dönemine ilişkin izler var.

24 Ağustos 2020 Pazartesi

Tarihi şehir Çanakkale 1

 

Çanakkale, Türkiye’nin batısında muhteşem konumu ve hüzünlü tarihiyle görülmeye değer bir şehir..

Dünyada 52, Türkiye’de 2 tane boğaz var. Biri İstanbul’da diğeri Çanakkalede. Stratejik konumu nedeniyle savaşların yaşandığı  yer olmuştur.

Kilitbahir kalesinin bulunduğu yer boğazın en dar noktasıdır. Takdir edersiniz ki bahir, deniz demek kilitbahir de denizin kilidi anlamına geliyor.

Fatih Sultan Mehmet Han, boğazın en dar noktasına güvenlik amaçlı 2 tane kale yaptırır. Birisi Kilitbahir, diğeri de Çimenlik kalesi. Çanakkale’nin kale ismi buradan gelir. Çanak ismiyse Çimenlik kalesi önünde yapılan çanak-çömlek işçiliğinden geçim sağlanmasından  kaynaklanır.

Kilitbahir surları yukarıdan bakıldığında eski asma kilide benzer. Tam ortasında bir kule ve surlar 3 yapraklı yonca şeklindedir. 1500’lü yıllarda çok büyük bir deprem sonrası büyük hasar gören kaleye ek olarak, dönemin padişahı Kanuni tarafından dış bahçe ve kanuni kulesi inşa ettirilir. Piri Reis’in dünya haritasını çizdiği yer de burasıdır. Kale içerisinde bir de Piri Reis müzesi vardır bu sebepten dolayı Türkiye’nin ilk kale müzesidir. Müzenin devamında askerlerin çamaşırhane olarak kullandıkları bölüm bulunmaktadır.


Değirmenburnu tabyası ise meşhur, Çanakkale’nin simgesi haline gelmiş “ Dur Yolcu…” yazısının en net okunduğu yer..

Namazgah Tabyası, askerlerin Cuma namazını kıldıkları yer olduğundan bu ismi almış. O dönemde cephanelik olarak kullanılmış,18 mart savaşı esnasında susturulamayan tabya olarak tarihe geçmiştir. Savaş esnasında yoğun bir bomba atışına maruz kalmış bir bölgedir.

Tarihin akışını değiştiren 1939 ‘da kanserden hayatını kaybeden Seyit Onbaşı’da sıra..


Rumeli Mecidiye Tabyası, II. Abdülhamid büyük bir savaş olacağını 25 yıl önceden öngörmüş ve yaptırdığı tabyaya babasının ismini vermiştir. 1892 yılı yapımı tabya, Asaf Paşa tarafından yapılmıştır. Tabyalar o dönemde hem cephanelik hem de sığınak olarak kullanılmıştır.

Bu bölgede Seyit Onbaşı ve savaş arkadaşlarını temsil eden heykeller var. Hemen önünde trenyolunu anımsatan raylar var, top mermileri bu raylı sistem üzerinden sürülüyormuş.


Seyit Onbaşı’nın taşıdığı en ağır merminin 275 kg olduğu söylenir ama TSK ‘da 215 kg olduğu belirtilmiştir. Vurduğu mermiler ve sandukası da sergileme alanında, orijinalinin Harbiye müzesinde olduğu biliniyor.

Bölgede yaralılar şimdilerde Melek hanımın çiftliği denilen yerde tedavi edilmiştir. Hemşirelerin  annesi olarak bilinen Safiye Hüseyin Elbi de hastane gemisinde görev almıştır.

Bölgede sayısız şehitlik var. Ancak en çok bilinen ve ziyaret edilenlere değinmek istediğimden Şahindere Şehitliğine çevirdik rotamızı. Burada da bireysel veya toplu defin yapılmış o dönemde. Bireysel defin şimdiki gibi bildiğimiz defin yöntemi, toplu definde ise şu şekilde oluyormuş: Askerler gölgelik denilen alanda toplanır, derin bir çukur kazılarak kireç dökülür, şehitler yanyana gömülür üzerine tekrar kireç dökülerek 2.sırada bekleyen şehitler defnedilir. Aynı işlem mezar doluncaya kadar devam eder ve mezar kapatılırmış.Bu yüzden şehitlerimiz hep bir aradadır.


Şehitliği gezerken dikkatimi çeken bir nokta bazı mezarların başının kalpak şeklinde olması, bu mezarlar askerlere, başı sarık şeklinde olanlar da öğretmen, muallim biraz daha büyükse vezir veya devlet adamına aitmiş.


Şahindere şehitliğinde bayrağımızın yıldızının ortasından çıkan konit şehitlerimizin semaya çıkan ruhlarını temsil eder. Mezarlar sembolik olup, altlarındaki sarı yerlerde 1969 tane şehidin ismi yazıyor ancak o bölgede bilinen 2177 tane şehit vardır.

Mezar taşlarının üstünde enverya taşı üzerinde 132 tane şehir ismi var, bunlar askerlerimizin memleketlerini sembolize ediyor.

O dönemde kadınlar da hemşirelik okullarına yazılarak gönüllü olarak çalışmak istemişlerdir. Devlet, fedakar kadınlara maaş bağlamak ister ancak yeterli bütçe yaratılamaz. Jest olsun diye de top mermilerinden kesilmiş yüzük yapılarak kadınlara hediye edilir. İsmi de Cihadiye (savaşan kadın) yüzüğü 1331 yazar. (Miladi karşılığı 1915)


Şehrin her noktası savaşı anımsatıyor ya, sırada 1915 Hilal-i Ahmer (şimdiki ismi Kızılay) müzesi var. 2018 yılında yapılmıştır. .


Savaşı anlatan, o döneme ait mutfak, ocak vs. ilk bakışta gerçek sanılan mankenlerle sembolize edilmiş ve sesli olarak canlandırma yapılmış. Dış bahçede yaralıları ve o dönemdeki imkanlarla yapılan tedaviyi sembolize eden canlandırmalar, bina içerisine girildiğinde de o döneme ait orijinal fotolar yer alıyor. Bu bina, bir zamanlar gişe rekoru kıran Son Mektup filminde hastane olarak kullanılmış.











Sıra geldi Çanakkale’nin simgesi haline gelen şehitler anıtını ziyaret etmeye….

O zamanlarda kaptanlar uzun yola çıktıklarında denizde yol kat ettikleri mesafeye göre geçtim geçtim diyerek yollarına devam ederlermiş. Geçtim kelimesinin kullanılmadığı tek şehir Çanakkale. Geçilmezliği buradan geliyor, girişte kocaman kırmızı bir yazı karşılıyor bizi.


Peygamberimizin iki isminin (Muhammed ve Ahmed) birleşiminden meydana gelmiş Mehmet ismi, aynı zamanda Anadolu’da en çok kullanılan erkek ismidir. O dönemde doğan her erkeğe asker gözüyle bakılmasından dolayı da Mehmetçik ismini almıştır.

1944 yılında genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, şehitler için bir abide yapılmasını ister.37 adet proje çizilir ama bunların arasından 3 yüksek mühendisin çizdiği proje seçilir. Yapımına hemen başlanmaz, çünkü yeterli bütçe yoktur.1954 yılında ilk temel atılır, genci yaşlısı, halkım esnafı herkes belirli oranda bütçe ayırarak destek olur.


Anıt, hangi taraftan bakarsanız bakın Mehmetçiğin M’si şeklindedir ve 4. Sütunu hiç bir yerden görünmez. Tam anlamıyla mimari harikasıdır. 41 m 70 cm uzunluğunda olup, 7,5 m genişliğinde ve her kolunda farklı bir rölyef vardır. Kara tarafına bakanlarda kara savaşları, deniz tarafına bakanlarda deniz savaşları rölyefi. Ve sütunların arasından görünen manzara süper…


Şehitlik civarında tüm mezarlar semboliktir. Gerçek olan bir tek mezar var ki onun da hikayesi şöyle: Savaş zamanı Avustralyalı bir asker, bir Türk askerinin başını keser. Daha sonra alır o kafatasını Avustralya’ya götürür. Yıllarca Balmumu tekniğiyle saklar ve bu olaydan kimseye bahsetmez. Ölüm döşeğinde yatarken durumu ailesiyle paylaşır, aile de Avustralya hükümetine haber verir ve kafatası resmi bir törenle 18 Mart 2003 tarihinde buraya defnedilir. Askerin ismi bilinmediğinden Meçhul asker olarak anılmaktadır.


1934 yılında Atatürk, savaşta yabancı askerlerin ana babalarına ithafen İçişleri Bakanlığı’nın da izniyle onlara hitaben bir mektup yazar. Bu mektup her yıl Avustralya ve Yeni Zelandalıların (kısaca Anzac) törenlerinde İngilizce olarak okunur. Bu sebeple Atatürk bütün dünyanın saygı duyduğu bir liderdir.  Mektup örneği meçhul asker mezarının hemen yanında….


Alanda gördüğüm, dikkatimi çeken bir başka anıt ta Atatürk’e ait ve arkasında iki asker.. Bu anıt, bir fotoğraftan alınma.. fotoğraf o dönemde Atatürk’ün yakın arkadaşı Binbaşı Algener tarafından çekilmiş, çekimden hemen sonra alandan ayrıldıkları anda büyük bir patlama olmuş ki o an Atatürk’ün ülkemize bağışlandığı andır.


Mezarın tam karşısında duvarda gördüğümüz rölyef, dünyanın en büyük rölyefi olarak Guiness rekorlar kitabına geçmiştir. 45 m uzunluğunda, en önde Atatürk, arkasında da Seyit Onbaşı başta olmak üzere kadınlı erkekli grup…


Denize bakan tarafta bulunan 71 m uzunluğundaki bayrak, Türkiye’nin en uzun bayrak direklerinden biridir.



Sırada Conkbayırı var. Atatürk’e Anafartalar Kahramanı unvanı buradaki savaşlar sırasında verilmiş. Buradaki ziyaret noktamız ise Atatürk’ün birliğinin de içinde bulunduğu 57. Alay Şehitliği. Girişte solda dünyanın en yaşlı gazisi Hüseyin dede ve torunu Eylül’ün anıtı.. 1992 yılında şehitliğin açılışına birlikte katılmışlar.






Hüseyin Kaçmaz dede, tam 110 sene yaşamış ama ölüm sebebi hastalık falan değil. 1994 yılında bölgede çok büyük bir yangın çıkmış, 4049 hektarlık alan kül olmuş. Haberi alınca hayatını kaybetmiş.

Şehitlik turu sonrası Atatürk’ün ülkemize ikinci kez bağışlandığı yere gidiyoruz. Vücuduna isabet eden toplardan göğsünde bulunan ve o esnada kırılan saati sayesinde kurtulmuştur. Atatürk’ün 1993 yılında yapılan bronz heykeli altında da saatin parçalanma hikayesi yazıyor, saatin parçalandığı yer de 4 tane topla işaretlenmiş ve 10 ağustos zaferi anısına 10 tane Türk bayrağı hemen yanında…






Atatürk anıtının hemen önünde bulunan Yeni Zelanda anıtı ise Yeni Zelandalıların 1919’da başlayıp,1924 yılında yapımı tamamlanan anıt. Burada her yıl 8 ağustosta tören yapılıyormuş.



Bu bölgenin bir önemli özelliği de Hem Marmara, hem de Ege denizini gören tek nokta olmasıdır.

Son durağımız Bigalı köyü. Eceabatın kuzeyinde ve köye girildiğinde kocaman bir Atatürk anıtı karşılıyor. Köy yapısına uygun taş evler ve her yerde Atatürk…….



Atatürk’ün evi müze haline getirilmiş. İçeri girildiğinde kronolojik sırayla Atatürk’ün Gelibolu yarımadasında neler yaptığı anlatılıyor, fotoğrafları da var.

 

 

 

 



9 Ağustos 2020 Pazar

En batıdaki ada: Gökçeada

 Yıllardır hep gitmek istediğim ancak bir türlü denk gelmeyen yerlerden biriydi Gökçeada… Çanakkale’ye bağlı bir ada aynı zamanda Türkiye’nin yüzölçümü en büyük adası ve Türkiye’de güneşin en son battığı yer….

Bu kadar tanıtım yeter diyerek başlayalım gezimize..

İstanbul’dan direkt adaya giden otobüs firmaları da var ama biz Çanakkale’ye kadar karayolu ile gidip, oradan feribot ile ulaşmayı tercih ettik.

Çanakkale otogarından iskeleye gelerek 10-15 dakikalık kısa bir yolculuk sonrası Eceabat’a vardık. Oradan da Kabatepe limanına aktarma yapmanız gerekli çünkü adaya gidecek feribot Kabatepe limanından kalkıyor.

Yolculuk 1,5 saat sürdü. Adada Kuzulimanı denilen iskeleye yanaşıyor feribot, buradan şehir merkezine minibüs var. Bu arada adada konaklayacak arkadaşlara tavsiyem mutlaka araçla gitmeleri veya gittiklerinde uygun fiyatla araç kiralamaları çünkü nereye gidecek olursanız olun, ulaşım için mutlaka merkeze gelmeniz gerekli.

Merkez, diğer ada ve ilçelere göre oldukça küçük ama şirin, kasaba havası var.

Tam meydanda Atatürk anıtı hemen önünde bir park ve taksi durağı var. Adanın ulaşım sorunu bu taksilerle sağlanıyor ve taksi çağırabileceğiniz tek nokta.

Durağın hemen karşısında belediye binası, bir yanında Ziraat diğer yanında Halk Bankası var. Merkezdeki 3 bankadan bir diğeri de İş bankası. Araç trafiğine kapalı olan tek cadde burası. Bu caddede de hediyelik eşya, magnet ve sabunlarıyla meşhur. Adanın eski ismi İmroz olduğundan İmroz sabunu olarak anılıyor.

Adada merkez harici 10 tane köy var. Bademli, Kaleköy, Zeytinliköy, Tepeköy , Dereköy, Yeni Bademli, Eşelek, Şahinkaya , Şirinköy ve Uğurlu. Bazı köylere belirli aralıklarla toplu taşıma var. Kaleköy, Uğurlu ve Eşelek köyü bu köylerden bazıları. ..

Adada bir de Tuz gölü bulunuyor. Eşelek bölgesinde Aydıncık plajı yakınında. Düşündüğünüzden farklı olarak içi çamurla dolu. İlk bakışta Salda gölünü anımsatıyor ama göle girildiğinde dibinden balçık çıkardığınızda fark ortaya çıkıyor. Çamurun sürüldüğü yer cildi temizleyip rahatlatıyormuş, denedik bakalım. Sonrasında Aydıncık diğer bir adıyla Kefaloz plajı denilen yeden denize girilerek çamurların temizlenmesi mümkün.

 Toplu taşıma ile ulaşabileceğiniz bir diğer yer Uğurlu Plajı. Biraz dağınık, taşlık bir yoldan gidiliyor, biraz da virajlı ama Kefaloza göre daha sakindi. Bu arada minibüsten inmeyip, Gizli Limana kadar devam edecekseniz, Türkiye’nin en batısı olarak yer burası. Köye giderken yolda bolca keçi göreceğinizden şüpheniz olmasın.

Plajdan yürüme mesafesinde Uğurlu Köyü. Sağlı sollu reçel , pekmez tezgahları, karpuz ve mevsim meyveleri köylülerin el yapımı..

Zeytinliköy, adanın en çok beğendiğim köyü.. Merkezden 4 km uzakta ancak yürüme yolu değil. Yol boyunca alabildiğine uzanan zeytin ağaçlarından dolayı bu ismi almış sanırım. Köye giriş yapıldığında rum okulu hemen sağda, kestirme yolları ve bazıları cafe haline dönüştürülmüş eski tip evleriyle tam bir nostalji…

Köydeki en güzel manzara Yeşil Ev adlı restorana ait. İşletmeci Sema Hanım ve gastronomi şefi Cüneyt Bey bizi çok güzel ağırladılar. Kendilerine sonsuz teşekkürler. Burada Cemile teyzenin mantısını denemeden de dönmeyin.

Adanın hiçbir yerinde rastlamadığım ama bu bölgede sıklıkça karşıma çıkan Selanik Tatlısı. Anladığım kadarıyla çok ta hızlı tükeniyor. Son kalanı da Arassia adlı bir cafede bulduk. Altı kadayıf, üstü pasteria en üstü de kremaymış.


Biz Kaleköy bölgesinde konakladık. Bu bölge, antik dönemden kalan yerleşim yerlerinin bulunmasından kaynaklı adanın tarihinde önemli bir yer tutuyor. Köyün en tepesinde kale kalıntıları var. Kaleköy Limanı denilen sahil kesimi ise akşamları fazlasıyla hareketli. Ünlü Eleni tavernası da burada.



Eğlence arayanlar için  önerebileceğim başka bir yer de Barba Yorgo tavernası. Tepeköy mevkiinde bulunuyor. Tepeköyün tavernaları ile ünlü olduğunu da duymuştum, Barba Yorgo o üne sahip tavernalardan birisi. Kendisiyle de tanışma imkanımız oldu, çok tatlı bir insan.


Türkiye’nin ilk ve tek sualtı milli parkı da Yıldızkoyda. Görülmeye değer olduğu söyleniyor ama dalışla aramız iyi olmadığından gitme gereği duymadık.

Adanın Türkiye’nin en batısı olduğundan bahsetmiştim. Bazı noktalar gün batımı izlemek için muhteşem. Bunlardan biri de Kaleköy mevkiinde bulunan Yakamoz restoran. Sahibi Latif amca da çok beyefendi bir insan.


Yemek kültürü de birazcık farklı bizimkinden.. Ada deyince tabii ki balık.. Çok güzel ve kaliteli restoranlar var köylerde ama adaya has yemek olarak oğlak tandır. Merkezde meydan lokantasında yedim. Lezzette sıkıntı yok ama fazla yağlı idi. Oğlak konusunda Tepeköy mevkiindeki Keçi restoranı önerdiler, denemeyi çok isterdim.


Başka bir lezzet te cicirya dedikleri pizza görünümlü yemek . Merkezde yapan birkaç yer gördüm ama denemedim. Arkadaşım yemiş, pizza hamuru üstünde yayla çorbası düşün deyince denemeye değer bulmadım.

Sadece adaya özgü efibadem kurabiyesini mutlaka denemenizi öneririm. Merkezde meydani pastanesinde bulabilirsiniz.



Ve dondurma… Halihazırda çok yerde var ama merkezde Alomiya markasını mutlaka deneyin. Keçi sütünden yapılıyormuş, tamamen ev yapımı. Karadut, kavun ve kakao denedim, kesinlikle tavsiye ederim.

Adanın dibek kahvesi meşhur. Kendine özgü kokusu ve tadı var. Yaya sokağında meşhur Petrino Otelin hemen yanında seyyar olarak (Zeyn dibek kahve) satan bir arkadaş var.

İmroz sabunlarının methinden söz etmiştim. Merkezde meydani pastanesinin arka bölümünde ve yine merkezde Ada rüzgarı adı verilen dükkanda farklı renk ve kokularda sabun, zeytinyağı, bal, şampuan, kolonya tarzı ürünler ve zeytinyağı aromalı kremler var.

Kaleköy mevkiinde İmroza sabun atölyesi de ziyaret ettiğimiz noktalardan oldu. Sabun, mum ve kolonya üretim aynı zamanda satış yeri.. Tamamen el yapımı doğal zeytinyağlı yaklaşık %70 zeytinyağı içeriyor. Sabunların sadece dördünde keçi sütü diğerlerinde saf su olarak yağmur suyu kullanılıyor. Bitkisel yağlar ile zeytinyağını güçlendiriyorlar. Biberiye, kekik yağı ve aloe vera özü cilde ve saça faydalı. Kekik ve biberiye akne ve sivilce için etkili. Sabunlar tüm vücut için kullanılabiliyor.


Muazzam kokulu sabun ve kolonya alışverişimizi de yaptıktan sonra son durağımız merkezdeki Gökçeada Kent Müzesi. Giriş 5 TL, tam-indirim ayrımı yok, müzekart geçmez. Kentin tarihi anlatılıyor. Türkiye’nin ilk palyaçosu Yakup amcaya ait kostümler de burada sergileniyor.