Bu Blogda Ara
26 Ağustos 2020 Çarşamba
Tarihi şehir Çanakkale 2
24 Ağustos 2020 Pazartesi
Tarihi şehir Çanakkale 1
Çanakkale, Türkiye’nin batısında muhteşem konumu ve hüzünlü
tarihiyle görülmeye değer bir şehir..
Dünyada 52, Türkiye’de 2 tane boğaz var. Biri İstanbul’da
diğeri Çanakkalede. Stratejik konumu nedeniyle savaşların yaşandığı yer olmuştur.
Kilitbahir kalesinin bulunduğu yer boğazın en dar noktasıdır. Takdir edersiniz ki bahir, deniz demek kilitbahir de denizin kilidi anlamına geliyor.
Fatih Sultan Mehmet Han, boğazın en dar noktasına güvenlik
amaçlı 2 tane kale yaptırır. Birisi Kilitbahir, diğeri de Çimenlik kalesi.
Çanakkale’nin kale ismi buradan gelir. Çanak ismiyse Çimenlik kalesi önünde
yapılan çanak-çömlek işçiliğinden geçim sağlanmasından kaynaklanır.
Kilitbahir surları yukarıdan bakıldığında eski asma kilide benzer. Tam ortasında bir kule ve surlar 3 yapraklı yonca şeklindedir. 1500’lü yıllarda çok büyük bir deprem sonrası büyük hasar gören kaleye ek olarak, dönemin padişahı Kanuni tarafından dış bahçe ve kanuni kulesi inşa ettirilir. Piri Reis’in dünya haritasını çizdiği yer de burasıdır. Kale içerisinde bir de Piri Reis müzesi vardır bu sebepten dolayı Türkiye’nin ilk kale müzesidir. Müzenin devamında askerlerin çamaşırhane olarak kullandıkları bölüm bulunmaktadır.
Değirmenburnu tabyası ise meşhur, Çanakkale’nin simgesi
haline gelmiş “ Dur Yolcu…” yazısının en net okunduğu yer..
Namazgah Tabyası, askerlerin Cuma namazını kıldıkları yer
olduğundan bu ismi almış. O dönemde cephanelik olarak kullanılmış,18 mart
savaşı esnasında susturulamayan tabya olarak tarihe geçmiştir. Savaş esnasında
yoğun bir bomba atışına maruz kalmış bir bölgedir.
Tarihin akışını değiştiren 1939 ‘da kanserden hayatını
kaybeden Seyit Onbaşı’da sıra..
Rumeli Mecidiye Tabyası, II. Abdülhamid büyük bir savaş
olacağını 25 yıl önceden öngörmüş ve yaptırdığı tabyaya babasının ismini
vermiştir. 1892 yılı yapımı tabya, Asaf Paşa tarafından yapılmıştır. Tabyalar o
dönemde hem cephanelik hem de sığınak olarak kullanılmıştır.
Bu bölgede Seyit Onbaşı ve savaş arkadaşlarını temsil eden
heykeller var. Hemen önünde trenyolunu anımsatan raylar var, top mermileri bu
raylı sistem üzerinden sürülüyormuş.
Seyit Onbaşı’nın taşıdığı en ağır merminin 275 kg olduğu söylenir ama TSK ‘da 215 kg olduğu belirtilmiştir. Vurduğu mermiler ve sandukası da sergileme alanında, orijinalinin Harbiye müzesinde olduğu biliniyor.
Bölgede yaralılar şimdilerde Melek hanımın çiftliği denilen
yerde tedavi edilmiştir. Hemşirelerin annesi
olarak bilinen Safiye Hüseyin Elbi de hastane gemisinde görev almıştır.
Bölgede sayısız şehitlik var. Ancak en çok bilinen ve
ziyaret edilenlere değinmek istediğimden Şahindere Şehitliğine çevirdik
rotamızı. Burada da bireysel veya toplu defin yapılmış o dönemde. Bireysel
defin şimdiki gibi bildiğimiz defin yöntemi, toplu definde ise şu şekilde
oluyormuş: Askerler gölgelik denilen alanda toplanır, derin bir çukur kazılarak
kireç dökülür, şehitler yanyana gömülür üzerine tekrar kireç dökülerek 2.sırada bekleyen şehitler defnedilir.
Aynı işlem mezar doluncaya kadar devam eder ve mezar kapatılırmış.Bu yüzden şehitlerimiz hep bir aradadır.
Şehitliği gezerken dikkatimi çeken bir nokta bazı mezarların
başının kalpak şeklinde olması, bu mezarlar askerlere, başı sarık şeklinde
olanlar da öğretmen, muallim biraz daha büyükse vezir veya devlet adamına
aitmiş.
Şahindere şehitliğinde bayrağımızın yıldızının ortasından
çıkan konit şehitlerimizin semaya çıkan ruhlarını temsil eder. Mezarlar
sembolik olup, altlarındaki sarı yerlerde 1969 tane şehidin ismi yazıyor ancak
o bölgede bilinen 2177 tane şehit vardır.
Mezar taşlarının üstünde enverya taşı üzerinde 132 tane
şehir ismi var, bunlar askerlerimizin memleketlerini sembolize ediyor.
O dönemde kadınlar da hemşirelik okullarına yazılarak
gönüllü olarak çalışmak istemişlerdir. Devlet, fedakar kadınlara maaş bağlamak
ister ancak yeterli bütçe yaratılamaz. Jest olsun diye de top mermilerinden
kesilmiş yüzük yapılarak kadınlara hediye edilir. İsmi de Cihadiye (savaşan
kadın) yüzüğü 1331 yazar. (Miladi karşılığı 1915)
Şehrin her noktası savaşı anımsatıyor ya, sırada 1915
Hilal-i Ahmer (şimdiki ismi Kızılay) müzesi var. 2018 yılında yapılmıştır.
.
Savaşı anlatan, o döneme ait mutfak, ocak vs. ilk bakışta
gerçek sanılan mankenlerle sembolize edilmiş ve sesli olarak canlandırma
yapılmış. Dış bahçede yaralıları ve o dönemdeki imkanlarla yapılan tedaviyi
sembolize eden canlandırmalar, bina içerisine girildiğinde de o döneme ait
orijinal fotolar yer alıyor. Bu bina, bir zamanlar gişe rekoru kıran Son Mektup
filminde hastane olarak kullanılmış.
Sıra geldi Çanakkale’nin simgesi haline gelen şehitler
anıtını ziyaret etmeye….
O zamanlarda kaptanlar uzun yola çıktıklarında denizde yol
kat ettikleri mesafeye göre geçtim geçtim diyerek yollarına devam ederlermiş.
Geçtim kelimesinin kullanılmadığı tek şehir Çanakkale. Geçilmezliği buradan
geliyor, girişte kocaman kırmızı bir yazı karşılıyor bizi.
Peygamberimizin iki isminin (Muhammed ve Ahmed)
birleşiminden meydana gelmiş Mehmet ismi, aynı zamanda Anadolu’da en çok
kullanılan erkek ismidir. O dönemde doğan her erkeğe asker gözüyle
bakılmasından dolayı da Mehmetçik ismini almıştır.
1944 yılında genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak,
şehitler için bir abide yapılmasını ister.37 adet proje çizilir ama bunların
arasından 3 yüksek mühendisin çizdiği proje seçilir. Yapımına hemen başlanmaz,
çünkü yeterli bütçe yoktur.1954 yılında ilk temel atılır, genci yaşlısı, halkım
esnafı herkes belirli oranda bütçe ayırarak destek olur.
Anıt, hangi taraftan bakarsanız bakın Mehmetçiğin M’si
şeklindedir ve 4. Sütunu hiç bir yerden görünmez. Tam anlamıyla mimari
harikasıdır. 41 m 70 cm uzunluğunda olup, 7,5 m genişliğinde ve her kolunda
farklı bir rölyef vardır. Kara tarafına bakanlarda kara savaşları, deniz
tarafına bakanlarda deniz savaşları rölyefi. Ve sütunların arasından görünen
manzara süper…
Şehitlik civarında tüm mezarlar semboliktir. Gerçek olan bir
tek mezar var ki onun da hikayesi şöyle: Savaş zamanı Avustralyalı bir asker,
bir Türk askerinin başını keser. Daha sonra alır o kafatasını Avustralya’ya
götürür. Yıllarca Balmumu tekniğiyle saklar ve bu olaydan kimseye bahsetmez.
Ölüm döşeğinde yatarken durumu ailesiyle paylaşır, aile de Avustralya
hükümetine haber verir ve kafatası resmi bir törenle 18 Mart 2003 tarihinde
buraya defnedilir. Askerin ismi bilinmediğinden Meçhul asker olarak anılmaktadır.
1934 yılında Atatürk, savaşta yabancı askerlerin ana
babalarına ithafen İçişleri Bakanlığı’nın da izniyle onlara hitaben bir
mektup yazar. Bu mektup her yıl Avustralya ve Yeni Zelandalıların (kısaca
Anzac) törenlerinde İngilizce olarak okunur. Bu sebeple Atatürk bütün dünyanın
saygı duyduğu bir liderdir. Mektup
örneği meçhul asker mezarının hemen yanında….
Alanda gördüğüm, dikkatimi çeken bir başka anıt ta Atatürk’e
ait ve arkasında iki asker.. Bu anıt, bir fotoğraftan alınma.. fotoğraf o dönemde
Atatürk’ün yakın arkadaşı Binbaşı Algener tarafından çekilmiş, çekimden hemen
sonra alandan ayrıldıkları anda büyük bir patlama olmuş ki o an Atatürk’ün
ülkemize bağışlandığı andır.
Mezarın tam karşısında duvarda gördüğümüz rölyef, dünyanın
en büyük rölyefi olarak Guiness rekorlar kitabına geçmiştir. 45 m uzunluğunda,
en önde Atatürk, arkasında da Seyit Onbaşı başta olmak üzere kadınlı erkekli
grup…
Denize bakan tarafta bulunan 71 m uzunluğundaki bayrak,
Türkiye’nin en uzun bayrak direklerinden biridir.
Sırada Conkbayırı var. Atatürk’e Anafartalar Kahramanı
unvanı buradaki savaşlar sırasında verilmiş. Buradaki ziyaret noktamız ise
Atatürk’ün birliğinin de içinde bulunduğu 57. Alay Şehitliği. Girişte solda
dünyanın en yaşlı gazisi Hüseyin dede ve torunu Eylül’ün anıtı.. 1992 yılında
şehitliğin açılışına birlikte katılmışlar.
Hüseyin Kaçmaz dede, tam 110 sene yaşamış ama ölüm sebebi
hastalık falan değil. 1994 yılında bölgede çok büyük bir yangın çıkmış, 4049
hektarlık alan kül olmuş. Haberi alınca hayatını kaybetmiş.
Şehitlik turu sonrası Atatürk’ün ülkemize ikinci kez bağışlandığı yere gidiyoruz. Vücuduna isabet eden toplardan göğsünde bulunan ve o esnada kırılan saati sayesinde kurtulmuştur. Atatürk’ün 1993 yılında yapılan bronz heykeli altında da saatin parçalanma hikayesi yazıyor, saatin parçalandığı yer de 4 tane topla işaretlenmiş ve 10 ağustos zaferi anısına 10 tane Türk bayrağı hemen yanında…
Atatürk anıtının hemen önünde bulunan Yeni Zelanda anıtı ise
Yeni Zelandalıların 1919’da başlayıp,1924 yılında yapımı tamamlanan anıt.
Burada her yıl 8 ağustosta tören yapılıyormuş.
Bu bölgenin bir önemli özelliği de Hem Marmara, hem de Ege
denizini gören tek nokta olmasıdır.
Son durağımız Bigalı köyü. Eceabatın kuzeyinde ve köye
girildiğinde kocaman bir Atatürk anıtı karşılıyor. Köy yapısına uygun taş evler
ve her yerde Atatürk…….
Atatürk’ün evi müze haline getirilmiş. İçeri girildiğinde
kronolojik sırayla Atatürk’ün Gelibolu yarımadasında neler yaptığı anlatılıyor,
fotoğrafları da var.
9 Ağustos 2020 Pazar
En batıdaki ada: Gökçeada
Yıllardır hep gitmek istediğim ancak bir türlü denk gelmeyen yerlerden biriydi Gökçeada… Çanakkale’ye bağlı bir ada aynı zamanda Türkiye’nin yüzölçümü en büyük adası ve Türkiye’de güneşin en son battığı yer….
Bu kadar tanıtım yeter diyerek başlayalım gezimize..
İstanbul’dan direkt adaya giden otobüs firmaları da var ama
biz Çanakkale’ye kadar karayolu ile gidip, oradan feribot ile ulaşmayı tercih
ettik.
Çanakkale otogarından iskeleye gelerek 10-15 dakikalık kısa
bir yolculuk sonrası Eceabat’a vardık. Oradan da Kabatepe limanına aktarma
yapmanız gerekli çünkü adaya gidecek feribot Kabatepe limanından kalkıyor.
Yolculuk 1,5 saat sürdü. Adada Kuzulimanı denilen iskeleye
yanaşıyor feribot, buradan şehir merkezine minibüs var. Bu arada adada
konaklayacak arkadaşlara tavsiyem mutlaka araçla gitmeleri veya gittiklerinde
uygun fiyatla araç kiralamaları çünkü nereye gidecek olursanız olun, ulaşım
için mutlaka merkeze gelmeniz gerekli.
Merkez, diğer ada ve ilçelere göre oldukça küçük ama şirin,
kasaba havası var.
Tam meydanda Atatürk anıtı hemen önünde bir park ve taksi
durağı var. Adanın ulaşım sorunu bu taksilerle sağlanıyor ve taksi
çağırabileceğiniz tek nokta.
Durağın hemen karşısında belediye binası, bir yanında Ziraat
diğer yanında Halk Bankası var. Merkezdeki 3 bankadan bir diğeri de İş bankası.
Araç trafiğine kapalı olan tek cadde burası. Bu caddede de hediyelik eşya,
magnet ve sabunlarıyla meşhur. Adanın eski ismi İmroz olduğundan İmroz sabunu
olarak anılıyor.
Adada merkez harici 10 tane köy var. Bademli, Kaleköy,
Zeytinliköy, Tepeköy , Dereköy, Yeni Bademli, Eşelek, Şahinkaya , Şirinköy ve
Uğurlu. Bazı köylere belirli aralıklarla toplu taşıma var. Kaleköy, Uğurlu ve
Eşelek köyü bu köylerden bazıları. ..
Adada bir de Tuz gölü bulunuyor. Eşelek bölgesinde Aydıncık
plajı yakınında. Düşündüğünüzden farklı olarak içi çamurla dolu. İlk bakışta
Salda gölünü anımsatıyor ama göle girildiğinde dibinden balçık çıkardığınızda
fark ortaya çıkıyor. Çamurun sürüldüğü yer cildi temizleyip rahatlatıyormuş,
denedik bakalım. Sonrasında Aydıncık diğer bir adıyla Kefaloz plajı denilen
yeden denize girilerek çamurların temizlenmesi mümkün.
Toplu taşıma ile ulaşabileceğiniz bir diğer yer Uğurlu Plajı. Biraz dağınık, taşlık bir yoldan gidiliyor, biraz da virajlı ama Kefaloza göre daha sakindi. Bu arada minibüsten inmeyip, Gizli Limana kadar devam edecekseniz, Türkiye’nin en batısı olarak yer burası. Köye giderken yolda bolca keçi göreceğinizden şüpheniz olmasın.
Plajdan yürüme mesafesinde Uğurlu Köyü. Sağlı sollu reçel ,
pekmez tezgahları, karpuz ve mevsim meyveleri köylülerin el yapımı..
Zeytinliköy, adanın en çok beğendiğim köyü.. Merkezden 4 km
uzakta ancak yürüme yolu değil. Yol boyunca alabildiğine uzanan zeytin
ağaçlarından dolayı bu ismi almış sanırım. Köye giriş yapıldığında rum okulu
hemen sağda, kestirme yolları ve bazıları cafe haline dönüştürülmüş eski tip
evleriyle tam bir nostalji…
Köydeki en güzel manzara Yeşil Ev adlı restorana ait.
İşletmeci Sema Hanım ve gastronomi şefi Cüneyt Bey bizi çok güzel ağırladılar.
Kendilerine sonsuz teşekkürler. Burada Cemile teyzenin mantısını denemeden de
dönmeyin.
Adanın hiçbir yerinde rastlamadığım ama bu bölgede sıklıkça
karşıma çıkan Selanik Tatlısı. Anladığım kadarıyla çok ta hızlı tükeniyor. Son
kalanı da Arassia adlı bir cafede bulduk. Altı kadayıf, üstü pasteria en üstü
de kremaymış.
Biz Kaleköy bölgesinde konakladık. Bu bölge, antik dönemden
kalan yerleşim yerlerinin bulunmasından kaynaklı adanın tarihinde önemli bir
yer tutuyor. Köyün en tepesinde kale kalıntıları var. Kaleköy Limanı denilen
sahil kesimi ise akşamları fazlasıyla hareketli. Ünlü Eleni tavernası da
burada.
Eğlence arayanlar için
önerebileceğim başka bir yer de Barba Yorgo tavernası. Tepeköy mevkiinde
bulunuyor. Tepeköyün tavernaları ile ünlü olduğunu da duymuştum, Barba Yorgo o
üne sahip tavernalardan birisi. Kendisiyle de tanışma imkanımız oldu, çok tatlı
bir insan.
Türkiye’nin ilk ve tek sualtı milli parkı da Yıldızkoyda.
Görülmeye değer olduğu söyleniyor ama dalışla aramız iyi olmadığından gitme
gereği duymadık.
Adanın Türkiye’nin en batısı olduğundan bahsetmiştim. Bazı
noktalar gün batımı izlemek için muhteşem. Bunlardan biri de Kaleköy mevkiinde
bulunan Yakamoz restoran. Sahibi Latif amca da çok beyefendi bir insan.
Yemek kültürü de birazcık farklı bizimkinden.. Ada deyince
tabii ki balık.. Çok güzel ve kaliteli restoranlar var köylerde ama adaya has
yemek olarak oğlak tandır. Merkezde meydan lokantasında yedim. Lezzette sıkıntı
yok ama fazla yağlı idi. Oğlak konusunda Tepeköy mevkiindeki Keçi restoranı önerdiler,
denemeyi çok isterdim.
Başka bir lezzet te cicirya dedikleri pizza görünümlü yemek
. Merkezde yapan birkaç yer gördüm ama denemedim. Arkadaşım yemiş, pizza hamuru
üstünde yayla çorbası düşün deyince denemeye değer bulmadım.
Sadece adaya özgü efibadem kurabiyesini mutlaka denemenizi
öneririm. Merkezde meydani pastanesinde bulabilirsiniz.
Ve dondurma… Halihazırda çok yerde var ama merkezde Alomiya
markasını mutlaka deneyin. Keçi sütünden yapılıyormuş, tamamen ev yapımı.
Karadut, kavun ve kakao denedim, kesinlikle tavsiye ederim.
Adanın dibek kahvesi meşhur. Kendine özgü kokusu ve tadı
var. Yaya sokağında meşhur Petrino Otelin hemen yanında seyyar olarak (Zeyn
dibek kahve) satan bir arkadaş var.
İmroz sabunlarının methinden söz etmiştim. Merkezde meydani
pastanesinin arka bölümünde ve yine merkezde Ada rüzgarı adı verilen dükkanda
farklı renk ve kokularda sabun, zeytinyağı, bal, şampuan, kolonya tarzı ürünler
ve zeytinyağı aromalı kremler var.
Kaleköy mevkiinde İmroza sabun atölyesi de ziyaret ettiğimiz
noktalardan oldu. Sabun, mum ve kolonya üretim aynı zamanda satış yeri..
Tamamen el yapımı doğal zeytinyağlı yaklaşık %70 zeytinyağı içeriyor.
Sabunların sadece dördünde keçi sütü diğerlerinde saf su olarak yağmur suyu
kullanılıyor. Bitkisel yağlar ile zeytinyağını güçlendiriyorlar. Biberiye,
kekik yağı ve aloe vera özü cilde ve saça faydalı. Kekik ve biberiye akne ve
sivilce için etkili. Sabunlar tüm vücut için kullanılabiliyor.
Muazzam kokulu sabun ve kolonya alışverişimizi de yaptıktan sonra son durağımız merkezdeki Gökçeada Kent Müzesi. Giriş 5 TL, tam-indirim ayrımı yok, müzekart geçmez. Kentin tarihi anlatılıyor. Türkiye’nin ilk palyaçosu Yakup amcaya ait kostümler de burada sergileniyor.