Bu Blogda Ara

6 Aralık 2019 Cuma

Adıyaman


Adıyaman, Cumhuriyet öncesi Malatya’ya bağlı bir ilçeyken 1954 yılında il olmuştur. Eski adı Vadiyamandır. Başka bir rivayete göre de bir hükümdarın 7 tane oğlu vardır. Hükümdar putperesttir ve 7 oğlu onun dinine inanmadığı için öldürülür. Yediyaman isminden geldiği de rivayet edilir.

Adıyaman nüfusunun %50 ‘si Kürt, %10 ‘u ise Zaza.

Fıstık burada da bulmak mümkün. Bol miktarda tütün, şeker, mercimek te yetişiyor. 25 çeşit üzüm var, şarap yapılıyor.

Buradaki ilk durağımız Atatürk Barajı. Adıyaman ve Şanlıurfa illeri arasında bulunan, Fırat nehri üzerine kurulu, Türkiye’nin en büyük, dünyanın en büyük 6.barajıdır. Tamamı 1992 yılında tamamlanmış, yapımında Türk mühendisler ve Türk işçiler çalışmıştır. Barajın yapılması sırasında şehit olanların anısına yapılan bir anıt var girişte. Üzerinde şehitlerin ismi yazıyor.

Seyir terasında fotoğraflarımızı çektikten sonra, bölgeden ayrılıyor ve Kahta ilçesine doğru yola çıkıyoruz. Hava sıcaklığı düşüyor haliyle.

İlk olarak Karakuş Tümülüsündeyiz. M.Ö. 1. YY’da Komagene krallığının kraliçe ve prensleri için yapılmış bir anıt mezardır. II. Mithiates , annesi için ‘Dünyanın en güzel annesi benim annem’ yazmıştır. Yığılma çakıl taşlarıyla yapılmıştır. Karakuş denmesinin sebebi tepesindeki kartalın kuşa benzemesi… 

Tekrardan aracımıza binerek Cendere Köprüsüne doğru ilerliyoruz. Roma İmparatorluğunun efsanevi generali Septimus Severius’un emriyle IX. Lejyonuna inşa ettirmiştir. M.S. 2. Yy. da inşa edilmiştir. Septimus Severius köprüsü de denir. Normalde 4 tane sütunu vardır. Severus’un eşi, askerlerinin annesi ve 2 oğlu için yapılmıştır. Ancak o dönemdeki taht kavgaları nedeniyle kardeşlerden biri, diğerininkini yakıp yıkar. Tamamen harç sistemi ile yapılmıştır. En son 1997 yılında onarılmış ve araç trafiğine kapatılmıştır. Adını Cendere çayından alır ve iki kanyonu birleştirdiği için Cendere Köprüsü adını almıştır.

Köprünün bulunduğu yerde hediyelik eşya satışı da yapan küçük bir cafe var. Orada dinlendikten sonra Adıyaman’ın simgesi Nemrut’a doğru yola çıkıyoruz. Bulunduğumuz noktadan yukarı doğru, hava sıcaklığı daha da düşüyor.

Nemrut , kötü, zalim demek aynı zamanda .Dünya’nın 8. Harikası kabul edilmiş ve Dünya mirası listesine alınmış bir bölge. Bir noktaya kadar araç ile geliniyor. Danışma ve hediyelik eşya mağazası, wc’lerin olduğu bir tesis. Müzekart  geçerli ama tepeye çıkacak shuttle’ın  5 TL ücreti var. Minibüsün bıraktığı noktadan yaya olarak çıkılıyor. Kalp hastası, astımı olanlar, bel ağrısı ve romatizması olanlar çıkmamalı.

İki tane çıkış var. Biri doğu çıkışı, diğeri batı çıkışı. Doğu çıkışı biraz daha kestirme ama çakıl taşları var. Batı çıkışı biraz daha uzun ama sadece merdiven, çıkış daha kolay ve dinlenmek için banklar var.

2150 m yükseklik. Hava sıcaklığı tam 9 derece. Bildiğimiz kış ...    Yanınızda mont, hatta kaşkol, eldiven ve ayağınızda kesinlikle spor ayakkabı olmalı.

Batı tarafından çıktık. Antiokhos kendini Tanrı’dan üstün göstermek için doğuyu ve batıyı birleştirmek amacıyla yaptırmıştır.

Hayvan figürleri de var tepede. Kartal figürü, genelde Zeus’u simgeler. Zeus, yüksekteki güç.  Aslan ve boğa figürleri de yeryüzündeki gücü simgeler.

Komagene kralı Antiokhos, her yıl 8 Temmuz’u bayram ilan etmiştir. O tarihte buraya gelen herkesin tören yapmasını istemiştir. Kimi bu tarih için, tahta çıkış tarihi der, kimi doğum günü ama Antiokhos vasiyetinde ‘ Ben öldükten sonra, beni Nemrud’a gömün, öldüğüm gün bayram olsun ve her gün kutlansın, halkım burada gönlünce eğlensin, yesin içsin demiştir .Törenlerin nasıl yapılacağını da söylemiştir.

Antiokhos , her zaman şehrin koruyucu tanrısı, Fortuna, bereket tanrısı, başında üzüm ve nar sembolleri vardır bereketi temsil etmek için.

Tam durmuş fotoğraf çekiyorken bulutların arasına gizlenmeye başlayan güneşi farkettik. Gün batıyordu. Bu anı yaşamak için kesinlikle tekrar gidilir.

Batı terasını fotoğrafladıktan sonra dikkatlice yürüyerek doğu terasına geçtik. Komagene, Zeus, Apollon ve Herakles orada da var ama görsel açıdan daha zengin bir taraf doğu terası. Üst tarafta da tahtları sembolize edilmiş.













29 Kasım 2019 Cuma

Peygamberler şehri Urfa












Urfa, eski bir şehir. 1984 yılında Kurtuluş savaşındaki mücadelesinden dolayı Şanlı unvanını alarak şu an ki ismine kavuşmuştur. Buğday tarımının yapıldığı yer, aynı zamanda ‘Peygamberler Şehri’ olarak ta anılıyor, zamanında bir çok peygamberin burada yaşamış olmasından dolayı.
Şanlı şehirde ilk durağımız Hz. Eyüp makamı. Eyyubiye Mahallesinde yer alıyor. Hz. Eyüp, o dönemde Urfa, Suriye topraklarına dahilken Şam bölgesinde yaşamış bir peygamber. Kabri Ürdün’de bulunmaktadır. 150-200 yıl kadar yaşadığı rivayet edilmektedir. Hayatı boyunca zenginliği de fakirliği de görmüştür. 13 tane oğlu ve sayısız hayvanları vardır. Başkası açken tok gezmezdir. Yalnız bir gün yapılmaması gereken bir iş yapar, çok haksız bir durum karşısında tarafsızlığını korur. Bu sebepten dolayı yaşanan bir depremde bütün oğullarını ve bazı topraklarını kaybeder.
Bir gün amansız bir hastalığa tutulur. Bu hastalığın ne olduğu bilinmemektedir. Hastalık hem iç organlarına etki eder, hem de vücudunda yaralar açar. Dili şişer ve nefes almakta zorlanır. Eşi Leya Hatun, sürekli yanındadır. Yalnız bir gün Eyüp, eşinin şeytanla görüştüğünü görür ve onu evden kovar. 80 sene acı çekmeden Allah’a dua etmem diyen Eyüp, bir gün Allah’a dua eder. Allah bunu görür ve Eyüp’e ‘ Ayağını vur’ der. Eyüp, Allah’ın dediği gibi ayağını vurur ve vurduğu yerden su fışkırmaya başlar. Tekrar vurur ve tekrar fışkırır. Çıkan suları vücudundaki yaralara sürer ve içer. İyileşir. Oldukça genç bir delikanlıya dönüşür. Suyun çıktığı yerde ‘şifalı su’ diye bir çeşme var. Çeşmenin de Eyüp makamındaki kuyudan çıktığı rivayet ediliyor.
Hz. Eyüp, aynı zamanda sabrı ile de bilinir. Peygamber sabrı dedikleri de buradan geliyor. Şifalı sudan içenlerin de şifa bulduğu söyleniyor ama bizzat zehirlenenlerin olduğunu duyunca içmedim. Temiz değil yani.
Urfa’nın simgesi Balıklı Göl’de sıra. Burası da Hz. İbrahim’in makamı .
Bir zamanlar burada Nemrut adında bir kral yaşarmış. Çok zalimmiş, kendini Tanrı sanıyor ve kendine benzeyen tüm putlar yapıyormuş. Hikayesi de şöyle.. Bir gün Nemrut bir rüya görür ve çok korkar. Rüyasına giren birisi, bir gün bir erkek çocuk doğacağını ve onu yerinden edeceğini söyler. Zalim hükümdar, bunu öğrenince çok sinirlenir ve o gün doğan bütün erkek çocukları ve hamile kadınları öldürtür, erkeklerle kadınların bir araya gelmesini engeller.
O dönemde eğlenceler de çok meşhurdur. Nemrut bir gece eğlenceye giderken mührünü sarayda unuttuğunu fark eder ve alması için yardımcısı Azer’i gönderir. Azer evlidir ancak çocuğu yoktur bu sebeple Nemrut ona çok güvenmektedir.
Azer, mührü almak için saraya gittiğinde dayanamaz ve eşiyle birlikte olur. Kadın İbrahim’e hamile kalır. Bu arada kahinler de yeni bir erkek çocuk doğacağını Nemrut’a söylerler ancak Nemrut hiçbir şekilde Azer’den şüphelenmez.
Anne ölmekten çok korkar ve hamile olduğunu herkesten gizler. Doğum zamanı geldiğinde de bir mağaraya gidip, kendi kendine doğurur. Sürekli gelip emzirmektedir. İbrahim, 15 aylıkken 15 yaşında gibi görünür. Bu sebeple de kimse şüphelenmez.
Bir gün sarayda arkadaşlarıyla oynarken putları görür ve hepsini kırar. Putlara tapmaz, Allah’a inanmaz. Sadece Nemruda benzeyen putu kırmaz ve baltayı putun boynuna asarak saraydan ayrılır.
İbrahim’in yaptığı ortaya çıkınca Nemrut çok öfkelenir. İbrahim aynı zamanda Nemrudun üvey kızı Zeliha ile de görüşmektedir. Allah’a inanmadığını söyler. Nemrut, çok öfkelidir, iki tane mıncırak yaptırarak İbrahim’in oradan aşağı ateşe atılmasını ister. Ancak o dönemde ateş yakılması yasak, sadece odunlar şu anda Balıklı Göl’ün olduğu yerin etrafına dizilir. İbrahim’in atıldığı sırada ateş suya, odunlar da balıklara dönüşür.
İbrahim’in ateşe atıldığını gören Zeliha da kendini göle atarak intihar eder. Orası da Ayn-ı Zeliha Gölü olarak anılıyor.
Gölün etrafı yürüyüş yapmak ve fotoğraf çekmek için serbest. Balıkların üzerinden yanık anlamına gelen lekeler var. Kutsal olduğu düşünüldüğünden kesinlikle tutulmuyor ve yenmiyor. Genellikle alabalık ve sazan yetişiyor. Sadece yem atılıyor ve atılırken dilek tutuluyor. Balıklar tutulmadığı için de kendi kendilerine üreyip, ölüyorlar.
Gölün hemen yanındaki cami avlusunda ise Allah’ın 99 ismi yazıyor. İbrahim’in doğduğu mağarada burada. Ayn-ı Zeliha gölü ise biraz ileride hemen yanında bir cafe var.
Hz. İbrahim’in sakal-ı şerifini de görerek buradaki gezimizi noktalıyoruz. Orijinali Topkapı sarayı müzesinde, bu sadece sembolik olarak yapılmış.

10 Kasım 2019 Pazar

Tarihin sıfır noktası: Göbeklitepe


1983 yılında bir tarım arazisi olan bölgede köylüler tarım yapıyorken, tarla sahibi Mahmut amca tarlasını kazdığı sırada kürek sert bir taşa çarpar. Biraz daha derin kazınca iki tane taş bularak, çıkarır. Köylülerin ısrarıyla, üç beş kuruş kazanırım diyerek taşları müzeye götürür ancak müzede hiç kimse kendisine itibar etmez. Mahmut amca gördüğü bu durumdan , taşların hiçbir işe yaramadığını düşünerek müzenin duvarına terk edip gider.

Aradan tam 10 yıl geçer. Bu süre içinde kimse taşları ellemez. 1993 senesinde ünlü Alman arkeolog  Klaus Smith, Atatürk Barajının açılmasıyla bir çok bölgeyi sular altında bırakacak başka bir proje için oradadır ve yeni kazı bulgularını sunmak için müzeye geldiğinde duvar kenarında terk edilmiş olan taşları görür. Sahibini bulmaya kararlıdır ,uzun bir araştırma sonrası Mahmut amcaya ulaşarak durumu anlatır. Mahmut amca, yabancı bir kişiye tarlasını vermek istemez ancak karşı taraf kararlıdır. Herhangi bir kaybı olursa zararını karşılayacaklarını söyleyerek ikna ederler. Böylelikle kazı çalışmaları başlar. Şu anda Mahmut amca bekçilik yapıyormuş orada. Çocukları, torunları hepsi bir arada çalışıyorlarmış.

Tarihi 12.000 yıl öncesine dayanan Göbeklitepe, tarihin sıfır noktası diye anılıyor. Alan, 12 futbol sahası büyüklüğünde ama sadece küçük bir bölümü kazılmış. Arkeolog Klaus Smith, kalp krizinden hayatını kaybedince kazı çalışmaları yarım kalmış. Yeni bir arkeoloğun çalışmayı devralması bekleniyormuş.

Göbeklitepe, konum olarak hem Antep, hem Urfa, hem de Adıyaman’a yakın. Ama bölge Urfa sınırları içerisinde yer alıyor.

Göbeklitepe sapağından girdikten sonra yolda T şeklinde sütunlar çıktı karşımıza. T sütunları insanları, diğerleri ise hayvanları simgeliyor. 

İç kesimlere ilerledikçe yerlerde kaya parçaları vardı, bunlar da Karadağ volkanik patlaması sonucu oluşmuş.

Konum olarak her yere yakın, bahsettiğim gibi ve en yüksek noktada. Müzekart ile giriş yaptıktan sonra ilk olarak slayt gösterisi izlemeye girdik. 1. Slayt, Göbeklitepe’nin  ortaya çıkışı ile ilgili alt yazı ve seslendirme yapılarak hazırlanmış bir belgesel, 2. Slayt ise ilk insanların buradaki yaşamını sembolize etmek adına hazırlanmış, duvarlarda ışıklandırma şeklinde yapılmış muhteşem bir gösteri.

Slaytları izledikten sonra binadan çıkıp merdivenli yoldan yukarıya doğru tırmanınca bekleyen shuttle araçlara binerek asıl meydana ulaştık. Tepelerde olduğunu belirttim.

Gelirken yolda gördüğümüz T şeklindeki sütunlardan fazlasıyla var burada. Yanlarında da hayvanları sembolize eden, üzerlerinde hayvan figürlerinin olduğu taşlardan var. Kelaynak çiftliğinde Mustafa Bey’in de dediği gibi bazı taşların üzerine kelaynak figürleri işlenmiş. Tabi o zaman ki şartlarla ancak bu kadar oluyor.

Yerleşik hayata dair hiçbir belirti yok. Tapınak amaçlı kullanılmış, insanlar tapınmak amaçlı geliyor, ibadet ettikten sonra gidiyorlarmış. Önemli bir nokta da, giderlerken üzerlerini kapatmışlar, kimse kimsenin ibadet yerine karışmazmış.

Çok büyük bir alan normalde ama sadece küçük bir kısmı kazılmış. Tamamı kazılmadığı için de açığa çıkacak ve seyri değiştirecek çok şey var haliyle ama devralacak yeni arkeologla birlikte aşağı yukarı 60 yılda tamamlanacağı öngörülüyor.

Kazılı alandan yukarıya doğru çıktığımızda bir meydana geldik. Bu alandan dolayı ‘ Göbeklitepe’ ismini almış bölge. Bu alan, ziyaret katı olarak düşünülmüş, yiyip içip ,dilek tutup tekrar geri dönerlermiş. Göbekte tam 4 tane de Müslüman mezarı var.

Tamamıyla erkek egemenliği bulunan bölgede göbek dediğimiz alanın yanındaki alanda ters doğum yapan bir kadın heykeli bulunmuş. Bunu da görebilmek için, sergilendiği Şanlıurfa arkeoloji Müzesine gittim.

En tepedeki noktadan da çok güzel manzara fotoğrafları alınıyor.










5 Kasım 2019 Salı

Gizli cennet Halfeti ve Birecik.









Birbirini çok seven Halil İle Fatma’nın aşk hikayesi aslında..  Sevip te kavuşamayınca kendilerini Fırat’ın sularına bırakırlar. Bu sebepten dolayı da Halil ile Fatime’nin birleşmesiyle Halfeti adını almıştır bu bölge. Fırat nehri üzerindeki Birecik barajının yapılmasıyla sular altında kalmış bir kent. Gizli cennet veya saklı cennet te deniyor.

Halfeti aynı zamanda Eşkiya filminin ve meşhur Karagül dizisinin de çekildiği yer. İzlemedim ama Özcan Deniz’in bir boğulma sahnesi varmış nehirde.

Bölge, karagülleriyle ünlü.  Dünyada sadece Birecik’te yetişen karagül, başka yerde koyu kırmızı olarak yetişiyor. Hikayesi de çok acıklı yine, günlerden bir gün halktan bir kıza madalyon olarak görünmüş gül. Kız da madalyonu sahibine vermek için aldıktan sonra da tüm halk kızı cadı olarak görmeye başlamış, kızı yok etmek için çarmığa germişler. Şeytan, kızı çarmıktan kurtarsa da taşlanmaktan kurtaramamış ve kız orada ölmüş. Şeytan ise kızın kanı renginde olan kırmızı gülün her yerde yetişeceğini ama kara gülün sadece kızın öldüğü bu bölgede yetişebileceğini söylemiş. Oysa ki karagülün bu bölgede yetişme sebebi, iklim, sulama şekli ve yetişme tarzı. Sadece ilk bahar ve sonbaharda yetişiyormuş, dolayısıyla biz göremedik. Tohumu sadece  burada. Kolonyaları da var ama sahtesini de yapıyorlarmış. Kara kara akıyor sahte olan.

Evliya Çelebi bu bölge için ‘ Bu şehri anlatmaya ne dil, ne de kalem yeter’ demiştir. Bölgenin eski ismi Şitamrat, bu isimde bir de otel var. Yapımı esnasında çok karşı çıkılmış ama engel olunamamış.
Sular altında kalmış Halfeti’yi görmek için Fırat nehrinin kenarında bekleyen tekneye binerek başlıyoruz gezimize.
İsmi Savaşan köyü olan köyün ¾’ü sular altında kalmış ve köy boşaltılmış. Kalan evler de devlet tarafından istimlak edilmiş ve yaşayan kimse yok. Sadece belirli sezonlarda bazı aileler tarafından çay bahçesi ve piknik alanı olarak kullanılıyor. Kayalıkların üzerindeki evler de büyükşehir belediyesi tarafından sit alanı ilan edilmiş, uzun süredir herhangi bir restorasyon yapılamıyor.
Eski bir yerleşim birimi olan Rum kale kalıntılarını da gördük.
Köyün hem eski halini bilen, hem de sular altında kaldığı anı yaşayan ve şu an hayatta olan Yunus dayı da çay bahçesi işletiyor hemen kıyıda. Toplam 4 kadın almış, ikisi ölmüş, ikisi hayattaymış.

Çay bahçesinin hemen yanında da her fotoğraf karesine girecek olan batık cami var. Caminin gövdesi suyun altında kalmış, sadece minare görünüyor.
 Gizli cennet dendiği kadar var,  tam anlamıyla doğa harikası bir bölge.Tekne gezimizi bitirdikten sonra tekrardan Birecik’e hareket ettik. Nesli tükenmekte olan kelaynak kuşlarının koruma altına alındığı doğal yaşam çiftliğinde kelaynak figürlü t-shirt ile Mustafa Bey karşıladı bizi. Adeta kendi yavruları gibi benimsemiş kuşları .Bulundukları dev kafesin önündeki bir yazı çekti dikkatimizi. ‘Lütfen sessiz olun, ürküyorlar’.
Mustafa Bey başlıyor kuşları anlatmaya. Renksiz ve çelimsiz oluyorlarmış. Çene altı kırmızı olup, renkleri parlayanlar anne-baba. 14 şubat olunca doğaya salıyorlarmış. Kayalıklarda çöp dizer, kayalardan yedikleri kalsiyumlarla yumurta yaparlarmış.
Yavrular, 28 gün kuluçkada yatıp, 2 ay anne ve babaları tarafından beslenip büyütülerek uçmayı öğrenirlermiş.
Doğada ve içerde yağsız kıyma, tuzsuz taze peynir, haşlanmış kabuklu yumurta ve kepek karıştırılarak veriyorlarmış.
1950’li yıllarda okullarda süt tozu dağıtılırken, tarlada DDT dağıtılmış ve giderek sayıları azalmaya başlamış.
Bu bölgede çok meşhur olan kuşlar Göbeklitepede de taşların üzerine işlenmiş ve Nuh’un kuşları diye anılıyor. Baharın müjdecisi ve bereketin sembolü olarak bir gemiden bırakılan bir çiftin soyundan geliyorlar. Yenidünya kurulurken sembolik olarak bırakılmış, bunlar torunları.
5 senede eş oluyorlarmış. Yeşil, mor, kırmızı renkte hem dişi hem de erkekleri. Tepeleri dökülünce kel kalıyorlarmış, tek eşliler.
5 ay doğada yaşıyorlarmış. Özellikle Mart ve Nisan aylarında gidersek, doğada onları uçarken görebileceğimizi söyledi Mustafa Bey.
Kuşlarla ilgili yeterince bilgi aldıktan sonra Kelaynak Tanıtım Merkezi olarak anılan küçük binaya girdik. Burada da o bölgeye özgü başka hayvanların tanıtımları var.

3 Kasım 2019 Pazar

Gaziantep



Güneydoğu denilince ilk akla gelen şehirlerden biri Gaziantep. Eski adı Ayıntab, ayn göz, tab da suyun pınarı demek, suyun güzelliğinden dolayı bu ismi almış ama şehirde hiçbir doğal kaynak, şelale yok.

Ayıntab, sonradan Antep olarak anılmakla birlikte, Kurtuluş Savaşı boyunca, halkı 11 ay tek başına mücadele etmiş ve bu olaydan sonra şehir Gazi unvanını almıştır. Atatürk ise bu başarılarından dolayı, halkı onure etmek adına nüfus kayıt örneğini bu şehre vermiştir.

Gaziantep aynı zamanda sanayi alanında da en gelişmiş şehrimizdir. Şehrin girişinde çok fazla sayıda fabrika ve sanayi odaları var. Merinos ve Şölen  fabrikaları da burada. İpek yolu güzergahı da burasıdır. Bu sebeple deve kervanları görmemiz mümkün. İpek yolu güzergahıysa bir yer, orada deve oluyormuş, yeni öğrendim.  

Halk, ticarete çok meraklı. Çok severek yediğimiz şamfıstığının fabrikası da burada. Ama asıl gerçek şu ki Antep fıstık konusunda sadece üretimin %40 ını karşılayabiliyor. Kalan % 60 lık kısım Urfa’da. Ama fabrika burada olduğundan Antepliler fıstığı fazlasıyla sahiplenmiş.

Şehrin iki büyük ilçesi Şahinbey ve Şehitkamil. Az önce bahsettiğim gibi Atatürk’ün nüfus kaydının olduğu yer de Bey Mahallesi/Şahinbey.

Birecik Barajı’nın suları altında kalan tarihi Zeugma Antik kentinden çıkan mozaiklerin sergilendiği Gaziantep Mozaik Müzesi ilk durağımız. Bazı kaynaklarda Türkiye’de en büyük olduğu söylenir, mozaik müzesi olarak Hatay ile yarışmaktadır ama ikisini de gördüğüm için kesin bilgi, Hatay’daki daha büyük.

Farklı bir mimarisi olan müzeye girmeden önce deve heykellerini gördük kapının önünde.

Müzekart ile giriş mümkün. Girer girmez öncelikle müzenin tanıtımının yapıldığı bir odaya alındık. 3 boyutlu görüntü ve gözlük için 5 TL alınıyor. Kentin oluşumu ve bazı mozaiklerin hikayesi anlatılıyor.

Zeugma, kelime anlamı olarak  köprü, kilit demek. İki tane şehri birleştirmek için köprü anlamına gelen Zeugma Antik kenti kurulmuştur.

2 katlı müzeyi gezmeye başlıyoruz. Çok fazla sayıda eser var haliyle ama ben sadece birkaç tanesine değineceğim.

Birincisi Mars Heykeli. 1,5 ton ağırlığında ve 1,5 m boyundadır. Bronz bir heykel ama üzeri siyah. Bir elinde mızrak, bir elinde başak var. Biri savaşı, diğeri barışı simgeliyor.

Nemrut’un Herakles ile el sıkışma sahnesini sembolize eden eser de burada.

Bazı eserler, bir dönem Amerika’ya kaçırılmış ama sonra geri alınarak müzeye konmuştur.

Kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu bir dönemde maske takılı çirkin suratlı mozaik te burada.

Dikkat çeken bir başka eser de Dianysos (şarap tanrısı) mozaiği. Yamuk yapılmış. Dikkatli bakıldığında farkediliyor. Acemi işi bir eser yani.

Ve sıra geldi Çingene Kızına. Gaziantep’in simgesi olan ünlü mozaik, üst katta karanlık, özel bir odada sergileniyor.

Mozaik müzesindeki gezimizi tamamladıktan sonra, şehir merkezindeki gezimize devam ediyoruz. Şehitkamil ve Şahinbey ilçelerini ayıran Alleben Deresini gördük.

25 Aralık, Antep’in kurtuluşu. Şehirde bir çok yerde tabelada rastladık bu tarihe. 25 Aralık panorama müzesi var ama daha açılışı gerçekleşmemiş.

Kale-i Füsun veya Kefen kalesi olarak ta adlandırılan Gaziantep(Ayıntab) Kalesi de çok yüksek bir noktada görülecek yerler arasında. 3 abide ve 6 mermer sütun içerisine monte edilen levhalarda hem Türkçe hem de Göktürk yazılarını barındıran Orhun Kitabeleri de kaleye doğru ilerlerken sol tarafımızda kaldı.

17.yy ‘da Tekke Cami Külliyesi binası içinde kahve ve kütüphane olarak kullanılan mekanda ( Şu anda Tahmis Kahvesi) sütlü menengiç kahvesi içmek için durduk ama içerisi çok kalabalıktı, giremedik. Tam karşısındaki dükkanda da kahve satışı yapılıyor.

Bakırlarıyla meşhur Bakırcılar Çarşısında nostaljik bir gezinti sonrası önünden geçerken tesadüfen gördüğümüz Kozluca Kasteli sonraki durağımız. Gaziantepte bulunan birkaç kastelden sadece birisi. Osmanlı Döneminde halkın su ihtiyacını karşılamak için yapılmış, suyun kullanımı da bir takım kurallara bağlanmış.

Şehirde en çok etkilendiğim yer ise Kurtuluş Savaşı sırasında kentin düşmana karşı verdiği mücadelenin yer aldığı tematik bir müze olan ‘Savaş Müzesi’ . 
Antep’in savaş esnasında yaşadıkları sembolize edilmiş. Özellikle Şehit Kamil’in annesinin bıçaklandığı anın maketi hala etkiliyor beni .

O dönemin silahları, kesici aletleri, mermi toplayan çocuklar canlandırması ve yaralıların tedavisi o kadar gerçekçi resmedilmiş ki

Büyülü müzede gezimizi bitirdikten sonra alışveriş için tekrar çarşıya döndük. Malum Antepteyiz, tabi ki kuru patlıcan, biber ve baharatlar. ..Salça ve nar ekşisi alacaksanız da Zeytin hanı tavsiye ederim.

Ve tabi ki fıstık. Büyük bölümü Urfa’da yetişiyormuş ama Antep fazlasıyla sahiplenmiş . Açıkçası kırmızı kabuklu olanlardan almak istiyordum ama hiçbir yerde bulamadım. Ağustos ayında oluyormuş kırmızı kırmızı, en fazla Eylül ortasına kadar kalıyormuş. Mevsimi değil yani. Bildiğimiz kabuklu fıstık ta bütün tezgahlarda var.

Son olarak bir de Antep mutfağına değineceğim. Meşhur Kebapçı İmam Çağdaş ama çok tavsiye etmediler, marka olmuş sadece başka kebapçılar da var. Mesela Şahinbeyde Ayıntap Kebap bunlardan biri.

Kebap nasılsa her yerde aynı diyerek Yasemek adında yöresel yemeklerin sunulduğu bir restorana giriyoruz. Servis biraz ağır ama lezzet mükemmel.

Girişte bütün yemekler, sunum olarak var. Onları görünce menü istemeye de çok gerek yok. Alinazik, patlıcan dolması, beyran, analı kızlı, yuvalama ve içli köfte meşhur lezzetler ama benden size küçük bir uyarı, bıçak kültürleri yok. Bu sebeple içli köfte yemek isterseniz, peçeteye sarıp yiyeceğinizden emin olun.