Türkiye’nin güneyindeki Hatay, hem Suriye hem de Lübnan ile komşu
şehir. Medeniyetler şehri olarak geçer tüm kaynaklarda doğrudur da , yapılan
her kazıda, yerin altından çıkan taşlar tarihi değer taşıdığı tespit edilerek
korumaya alınmış. Bu sebeple sit alanı ilan edilmiş bölge. Şehrin her noktası
tarih çünkü..
Diğer bir deyişle gastronomi şehri ve ilklerin de şehri aynı
zamanda. Bu kadar sözünü etmişken, bu şehir görülmeye değer deyip uçakta bulduk
kendimizi.. 1 saat 15 dakika süren bir
uçuş sonrası ulaştık. Çıkışta taksi esnafı başınıza üşüşür ama Havaş ta
var çok uygun fiyata (14 TL) Şehir merkezi yakın değil, aşağı yukarı yarım saat
sürüyor. Bu arada taksi sizi bulup, götüreyim derse 25-30 TL civarı bir fiyata
götürüyor ama siz durağı arayıp, çağırınca veya yoldan geçen bir taksiye
bindiğinizde bu fiyat 160-180 TL aralığında değişiyor.
Rivayete göre Hatay, eskiden Kıbrıs topraklarına dahil bir
şehirken sonrasında ayrılmıştır. Bu sebeple çoğu kişi Kıbrıs şivesiyle
konuşmakta. Birkaç farklı kültürden
insan yaşamakta. Halkın bir bölümü kendi aralarında Arapça konuşuyor.
2 koca günümüz vardı . Önce Antakya şehir merkezinden
başladık gezimize. Antakya, Hatay’ın en
büyük aynı zamanda merkez ilçesi. Turistik açıdan da çok önemli bir yere sahip.
Burada ilk durağımız Arkeoloji Müzesi. Antakya’da hatta
Hatay’da müzekart çıkarabileceğiniz tek yer. 70 TL ücret ve fotoğraflı kimlik
belgeniz yeterli oluyor başvuru için. Güvenlik görevlisi arkadaş ta bize
şehir rehberi vererek fazlasıyla iyilik yaptı.
Çok fazla zaman kaybetmeden hemen bakıp çıkarım derseniz hiç
uğramayın. Antakya merkezden 6 ve 15 numaralı halk otobüsleri geçiyor müzenin
önünden. Yakın bir gelecekte hizmete
açılacağını öğrendiğimiz Hilton Museum Antakya ‘da yakın bir lokasyonda
Daha önce şehir merkezinde olduğunu öğrendiğim müze,
sonradan buraya taşınmış. Birkaç farklı bölümde hizmet veren büyülü müze,
mozaik sanatı anlamında çok etkileyici.
Bu arada haftanın 7 günü açık, tatil yok yani.
Tam tamına 2 saat sürdü ziyaretimiz. Bundan yüz yıllar
önceki imkanlarla o eserlerin nasıl
ortaya çıktığı ayrı konu, adeta büyülendik.
Hazır o tarafa gitmişken sonraki durağımız da St. Pierre
kilisesi. Dünyanın ilk kilisesi kabul ediliyor. Hz. İsa’ya inanlara “Hristiyan”
ismi de ilk burada verilmiş. Müzeden yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşle
ulaşılabileceği gibi, 15 numaralı otobüsten yakın bir noktada indikten sonra da
uzunca bir rampa tırmanmak gerekli. Mağaraya oyulmuş vaziyette bulunan
kilisenin manzarası da süper.
Şehir merkezindeki yapılar da birbirine çok yakın ve yürüme
mesafesinde. Şehrin çarşısı tarihi Kurşunlu Han ve hemen yanındaki Uzun
Çarşı. Uzun çarşının hemen bitiminde
minibüslerle Harbiye Şelalesine ulaşım mümkün. Nasıl doğa harikası bir mekan,
ayrılmak istemedik.
Şelalenin hemen karşısında otantik bir cafe var. Şelale
çevresi ve yaya yolu boyunca da hediyelik eşya tezgahları var.
Defne sabunu çok meşhur. Tekli veya dörtlü-beşli paketlerde satılıyor.
Cilde ve saça çok faydalıymış. Farklı renk ve kokularda farklı aromalı olanlar
da ilgimizi çekti ki bir tane vardı simsiyah, hayatımızda ilk kez gördük
arkadaşımla. Beyaz bir tane vardı mis gibi kokan, keçi sütü aromalıymış. Hepsinin
faydası ayrı.
Uzun çarşı ve Kurşunlu Handa da fazlasıyla var yerel
ürünlerden. Sabun dışında peynir, yöreye özgü baharatlar ve zeytin yağı meşhur.
Bir de ipek. Çok fazla mağaza var ipek ürünü satan.
Sahili olmayan ilçede Asi nehri var. Biraz kirlenmiş ama.. Nehrin iki yanı da çok güzel.
İlklerin şehri olduğundan bahsetmiştim ya, dünyada
ışıklandırılan ilk cadde olma özelliğine sahip Kurtuluş Caddesindeyiz şimdi de.
Çok fazla sayıda eski bina var. Şehrin bu kısmı diğer tarafa göre biraz daha
eski ve bakımsız. İlke yakışır bir düzenleme yapılabilir.
Anadolu’nun ilk camisi olma özelliğine sahip Habib-i Neccar camii de bu caddede. Sadece bir cami deyip dışarıdan fotoğrafladık ama içeri
girip te aşağı inince çok eski bir tarihe şahit olduk. Şehit olmuş Habib-i
Neccar ve Şemun-u Safa Hazretlerinin tabutları var aşağıda.
Caminin tam karşısında “Taşların Büyüsü” adlı dükkanın
sahibi Serap Hanımla tanıştık bir tesadüf eseri. Serap Hanım mozaik sanatçısı
ve tüm mozaikleri kendisi hazırlıyor. İnstagram adresi: https://www.instagram.com/taslarin_buyusuu/
Kendisinden ve eşi Cenk Beyden şehrin tarihiyle ilgili
önemli bilgiler edindik. Sonsuz teşekkürler kendilerine. ..
Her yerinden tarih çıkıyor her kazıda bir şey bulunuyor
dedik ya dükkanın yan sokağındaki cafede de eski döneme ait kalıntılar bulunmuş
ve camla korunarak kapatılmış.
Bir diğer önemli cadde de Saray Caddesi. İki önemli kilise var bu caddede. Biri
Ortodoks kilisesi ancak ziyarete kapalıydı. Diğeri de biraz daha ilerisinde
bulunan Katolik Kilisesi de farklı bir mimariyle çıktı karşımıza. Caddenin
sonunda görkemli bir bina var o da valilik.
Ara sokaklarda eski Antakya evleri ve meşhur Affan Kahvesi
ama oraya girmedik.
Bu arada cumartesi
günleri eczaneler 12’ye kadar açıkmış. Trafik normal akıyor, hatta sürücüler yayalara
da yol veriyorlar çoğunlukla, trafik ışığı hiç görmedim desem yeri.
Yemek kültürü çok geniş. Bir esnafın önerisiyle öğlen
yemeğimizi Uzun çarşıdaki Hünkar kasapta aldık. Orada çok fazla kasap var,
vitrinde etleri görünce anlayacaksınız ve aynı zamanda restoran hizmeti de
veriyorlar.
Meşhur yemek Tepsi kebabı ve Kağıt Kebabı. Aslında ikisi de
aynı ama tepsi kebabı tepside servis ediliyor ve biraz daha yağlı. Fazlasıyla
otantik bir havası var mekanın.
Akşam yemeği için de rotamız
Cenk Beyin önerisiyle saray Caddesindeki Anadolu Sofrası oldu. Terbiyeli
şiş tavuk yememizi tavsiye etti ve denedik. Çok lezzetliydi. Bir adet çöpte 5
parça tavuk.
Yanına da abugannuş ve mevsim salatası aldık. Tüm restoranlarda
dikkatimi çeken nane mutlaka bulunuyor masalarda yanında limon ile. Bir de
ekmek olarak bildiğimiz ramazan pidesi farklı ebatlarda.
Ve Hatay deyince akla ne gelir, tabi ki künefe. Onun içinde
Asi nehri kenarında Hatay künefe’yi tercih ettik. İsteğe göre kaymak veya
dondurmalı servis ediliyor
Künefe yediğimiz esnada duyduğumuz Türkçe sala da çok
ilgimizi çekti. “Neden Arapça değil” diye sorduğumda garson arkadaşın “Sala
Türkçe olur” demesi tuhaf geldi açıkçası.
Gezimizin 2. Gününde İstikamet Antakya’ya en yakın ilçe
Samandağ. Köy garajı denilen yerden veya
öğretmenevinin karşısındaki duraktan kalkan 401 numaralı otobüs ile 45 dakika
sürüyor. Sol tarafımız çok dağlık bir bölge. Yol boyunca çok fazla rüzgar gülü
var.
Samandağ merkez küçük bir yer. Titus Tüneli için eğer
aracınız yoksa aktarma ile ulaşmak mümkün. Çevlik minibüsüyle yaklaşık 7-8 km
kadar gittikten sonra iniliyor ve 20-25 dakikalık bir rampa çıkışıyla
ulaşılıyor.
İlk girişte müze kart geçerli eğer yoksa 20 TL giriş ücreti
.Bu bölge Seleuceia Pieria antik kenti. Titus Tüneli de insan eliyle yapılmış
ve rivayete göre dünyada yapılan ilk tünel olarak anılmaktadır. Şehri sel
felaketinden korumak için yapılmıştır. Muazzam bir manzara aynı zamanda orman
havası, trekking alanı . Tabi spor ayakkabı giymeyi unutmayın.
Yine herkesi hayran bırakacak Beşikli Mağara da tünelin
biraz yukarısında. Kayalar oyularak küçüklü büyüklü delikler açılmış.
Mağaranın hemen önünde bir teyze yöresel ürünlerden satıyor.
Yol boyunca farklı tezgahlar ve dinlenmek için cafe ve manzara izlemek için
banklar var.
Gezi bittiğinde aynı yolu tekrar yürüyüp Samandağ sahiline
ulaştık. Samandağ, Hatay’ın Akdeniz’e kıyısı olan birkaç ilçesinden biri. Dünyanın en uzun sahiliymiş Samandağ sahili
ama çok bakımsız ve çok rüzgarlı. Çevlik plajı ise bulunduğumuz noktadan biraz
daha ileride.
Sonraki durağımız Vakıflı Köyü. Titus tüneline ters mesafede
. Geldiğimiz minibüsle tekrar merkeze döndük. Sucu Adem Amca bizi taksici Bedi
Amca’ya yönlendirdi. Bedi Amca
Samandağ taksi durağında çalışıyor. Çok
hoş sohbet bir amca. Vakıflı’ya götürdü bizi. Normalde araç varmış ama Pazar
günü olduğundan bulunmuyormuş. Uzunca bir rampayı tırmanıp ulaştık şirin köye.
Köyde illa ki araç gereken, toplu taşımayla gidilemeyecek bir yer Hıdırbey Musa ağacı. Hikaye de şu şekilde: Hz. Musa,
Hıdırbey ile birlikteyken ağacın olduğu yere asasını vurur. Sonrasında vurduğu
yerin fidan olarak yeşerdiğini görür. Tam karşısında bulunan ab-ı hayat
çeşmesinden akan suyla hayat bulduğu söylenen ağaç yaklaşık 2000 yaşında şu an.
Çeşmenin suyu da şifalı. Çok fazla turist çeken bir bölge , bir cafe-restoran
var hemen ağacın bulunduğu yerde.
Vakıflı Köyü, Türkiye’nin
ilk ve tek Ermeni Köyü. Ancak köylüler sıcakta çok fazla dışarıya çıkmazlarmış,
çok ta güzel bahçeleri var.
Yine köyde bulunan Meryem Ana kilisesi. Açıkçası hiçbir yerde
denk gelmemiştim Adem Amca sayesinde haberdar olduk kilisenin varlığından. Kültür
merkezi olarak kullanılan hemen yanındaki taş binayı kilise sanmamız da ayrı
konu. Küçük bir kilise . Kalabalık olur sandık ama kimse yoktu. Biz de herkes
gibi içeride mum yakıp, dilek dilediğimiz sırada çekim yapan kameraları görünce
farkında olmadan geri çektik kendimizi. Bir televizyon çekimi olduğunu
anladığımızda ise çığlık çığlığa çünkü ünlü gezgin Saffet Emre Tonguç
karşımızdaydı. Kendisiyle tanışmaktan da şeref duydum.
Sonraki durağımız da Hz. Musa ve Hızır türbesi oldu. Hz.
Hızır ve Musa’nın bir araya gelip buradan denize açıldıkları yermiş. Sahilde beyaz kubbeli bir türbe. Çok fazla da
ziyaretçisi var.
Havaş’a binmek için illa ki Antakya’ya dönmek gerekli. Diğer şekilde aracınız yoksa sadece
taksi alternatifi var ama o da çok pahalıya geliyor. Yalnız dönüş farklı bir
rotadan, yaklaşık 1,5 saat sürdü.
Antakya’da Havaş’ın ofisi biraz uzakta tabi ama çok lüks ve
klas bir cadde olan Atatürk caddesinin devamındaki havuzlu göbeği geçince
görünen yemyeşil parkın karşısındaki Kardeşler künefe’nin önü Havaş Durağı.
Sorduğunuzda herkes farklı tarif ediyor çünkü.
Yemek konusunda kesinlikle tavsiye edeceğim mekan, bugünkü
öğle yemeğimizi aldığımız Sultan Sofrası. Asi nehri manzaralı, son derece
kaliteli bir mekan. Çalışanlar çok ilgili. Bildiğimiz yemekler, farklı
isimlerle anılıyor orada. Mesela Oruk Kebabı, bildiğimiz içli köfte ama biraz
daha ince ve uzun, fırında pişmesiymiş özelliği. Kızartma olanından hiçbir fark
göremedim ve fazlasıyla hitap etti damak tadıma. Kaytan Böreği de kıymalı
pideden hiçbir farkı yok lezzet olarak, küçük küçük kesilmiş olarak servis
edildi tabi ki yanında pide ekmek, nane ve limonla .
Nilciğim merhaba, öncelikle emeğine sağlık bu güzel yazı için. Bu geziyi beraber tamamladık. Senin araştırmalarına güvenip, yola çıktım. İçim çok rahattı çünkü bu güzel geziye çıkmadan önce emek verdin araştırdın, herşeyin mükemmel olacağına inanıyordum. Hiçbir yeri araştırmadan tamamen sürpriz bir şekilde bu yola çıkmıştım ve bu kadar etkileneceğim aklıma gelmezdi. Herkesin gidip görmesi gereken efsane şehirlerden biri Hatay. Tekrar teşekkür ediyorum. Emeğine ve yüreğine sağlık.
YanıtlaSilSevgiler,
Dilek Boyraz
Benim için de çok güzel bir gezi oldu. Sevgiler
Sil