Bu Blogda Ara

16 Ekim 2018 Salı

St. Naum



Ohrid’e sadece 29 km uzaklıkta bulunan , muhteşem Ohrid gölünün doğduğu yer St. Naum. Hep duyardım ismini de merak ederdim. Cennet köşesi derlerdi de inanmazdım. Sonunda gidip görme fırsatım oldu. Her gezginin rotasında mutlaka  bulunmalı diyeceğim ve bana göre yer yüzündeki sayılı güzelliklerden biriymiş meğerse.. Alan, Unesco tarafından koruma altına alınmış haliyle. Yeşilin her tonu mevcut dediğimiz güzide bölgelerden birisi…


Bölgede ismi geçen Aziz Naum, o dönemin saygıdeğer azizlerinden biri. Çok kişinin eğitimine de katkısı olan ve  910 yılında hayatını kaybeden  Aziz Naum kilisesinin  yapımına 906 yılında başlanmıştır. Defalarca yangın görmüş ve yine defalarca  restore edilmiştir. Sadece ibadethane ve dini amaçla kullanılan bir yapı değil, kimi zaman savaş döneminde hastane olarak, kimi zaman da eğitim amaçlı kullanılmıştır. Yonca mimarisine sahip, manevi hayat odaklı olarak inşa edilmiş olan kilise, tüm gölün manzarasına sahip, küçücük bir tepeye konumlanmıştır.


Alana girişte hediyelik eşya satan dükkanlar çıkıyor karşımıza.. Görmeye alışık olduğumuz ürünlerin yanı sıra farklı dekorasyonlar oluşturulabilecek tipte ürünler de var tezgahları süsleyen.. Üzerinde tekne turu yaptığımız Ohrid gölünün bir kısmı da bu bölgede. St. Naum nehriyle göl arasında yayalar için bir yol bulunuyor .



Makedonya’nın denize kıyısı yok. Ülkeler arası geçiş, göl aracılığıyla da olsa mümkün değilmiş o dönemlerde..  1912 Balkan savaşları ile 1925 yılı arasında Arnavutluk sınırları içinde bulunan göl, iki ülke arasındaki iyi niyet anlaşması sonrasında Arnavutluk sınırının biraz geri çekilmesiyle Makedonya’ya dahil olmuştur.



St. Naum nehrinde 2,5 eur ücret karşılığında , küreklerini oldukça genç arkadaşların çektiği 8-12 kişilik sandallarla kuş sesleri eşliğinde 20-25 dakika kadar süren bir gezinti yapmak mümkün. Yalnız bu geziyi yapabilmek için uzun bir süre beklemek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü çok talep var . Genç arkadaşlar bir yandan kürekleri çekerken bir yandan da bazı yerlerde size rehberlik yapıyor ama tabi anlamak için bir parça İngilizce bilmeniz şart.. Kesinlikle tavsiye ederim, doğa harikası bir bölge. Tam anlamıyla huzur ve sükuneti hissedeceğiniz bu eşsiz gezi esnasında suyun çıktığı kaynakları da görebilirsiniz kabarcıklar halinde. Gördüğünüz anda mutlaka ben de gitmeliyim diyeceğiniz yerlerden biri olan bu bölgede kartpostal havasında fotoğraflar çekeceğiniz de garanti ediyorum.



Tam karşısında bulunan , ilk bakışta güney sahillerimizi andıran gölde ise yüzme imkanı bulunmakla birlikte, ahşap masa ve oturma platformu da bulunuyor. Dinlenme amaçlı veya yüzmek istemeyip serin sularda oturmak isteyenler için yapılmış. Ben yüzmedim ama yüzenler suyun soğuk olduğunu söylediler. Bu arada suyun çıktığı kaynağın diğer bir ucu da burada. Hatta konuştuğum birisi, suyun çıktığı bölgenin diğer taraflara göre daha soğuk olduğunu söyledi. Bu arada göl, çok fazla derin de değil, onu da belirteyim.














Ohrid

Ohrid, Balkanların incisi olarak söz edilir bir çok yerde.  Neden böyle dendiğinden söz edeceğim elbette ama önce Ohrid’den bahsedelim biraz.
Ohrid, Makedonya’nın güzel şehirlerinden birisi .Makedonya, bir dönem Bulgar Krallığı topraklarındayken, Ohrid başkentti.
Kışları sakin, yazları kalabalık olan şehirde , kışın 25-30.000 arası olan nüfus, yazın 130-140.000 oluyor. Şu anda tam olarak 2300 Türk, 2500 civarı da Arnavut yaşamakta.
Türk insanı hemen belli ediyor kendini ama şivesi  biraz farklı. 70li yılların başlarında Zeki Müren Türkçesiyle konuşmaya başlamışlar. Bazı şive örneklerine yer veriyorum: Bizim domatese patlıcan diyorlar, patlıcana kara patlıcan.








11’e çeyrek var deriz ya biz, 15 istenen 11’e derler. Yol verin yerine yapın yol derler.
Şehrin çarşısında turumuza başlıyoruz. Çınar Meydanı deniyor bu alana. Etkinlik yeri, buluşma yeri ne derseniz deyin ama her şey bu meydanda. Çınar meydanı denmesinin sebebi ise asırlık çınar ağacının bu alanda bulunması.  Çınar, 650 yaşındadır, Osmanlı döneminden kalmadır. Osmanlı her gittiği yere çınar ağacı dikmiştir. Bir ağaca en fazla 2 kere yıldırım düşer diye bir tabir vardır ama bu çınara tam 3 kez yıldırım düşmüştür ve destekli olarak ayakta durmaktadır.
Sol tarafımızda Zeynel Abidin cami var .Özelliği sabah ezanından sonra ve Cuma ezanından önce sesli zikir yapılmasıdır.
Eski Türk çarşısında restoranlar bulunuyor. Caddesi çok kısa.. Bu arada ayvarın meşhur olduğunu öğrendik. Bir çok markette satılan ayvar, Makedonca’da Ajvar olarak telaffuz edilir. Kırmızı biber közlenip, kıyma makinesinde ezilir. Sonra kavrularak kavanozlara doldurulur. Ekmek üzerine sürülerek yenmektedir, acılı ve acısız olarak satılır.
Bu şirin şehre neden balkanların incisi deniyor, çünkü Ohrid; incisiyle meşhur. Ama biizm inciden değişik yapımı. Normal inci gibi istiridyeden çıkmıyor. Özel bir yapımı var. Hepimizin bildiği sedef taşı alınır, iki eski ailenin bildiği bir sır vardır, bir de fajita denilen hamsiye çok benzeyen bir balıkları. Balığın pulları tek tek sökülür. Sırla tutkal haline getirilip, sedef taşına sürülür ve bugünkü Ohrid incisi görünümünü alır. Normal inci hiçbir surette çakmakla yanmaz ama Ohrid incisi sıcakla  temas ettiğinde yanar.  Orijinalleri olduğu kadar sahteleri de vardır.
Bir diğer önemli meydan da liman meydanıdır. Meydanın en önemli özelliği doğa harikası Ohrid gölünün bu alanda bulunması. Gölün özelliği suyunun çok temiz olmasıdır. Su altı derinliği 21.5 m dir ve bu tatlı su için inanılmaz bir rakam. Bu kadar temiz olmasının nedeni ise bir taraftan dolup, bir taraftan boşalması. Kaynağından dolup, Strugadaki Dream nehriyle birlikte Adriatik’e akar. 6-7 yılda bir suyun değiştiği söylenir. 2/3 ‘ü Makedonya’ya, 1/3 ‘ü Arnavutluk’a aittir. Alabalığı meşhurdur.
Kiril alfabesinin mucitleri Kiril ve Methodiy  kardeşlerin anıtları da bu meydanda. Aziz Clement ve Aziz Naum basitleştirerek günümüzdeki Kiril alfabesine dönüştürülmüştür. Dünyada en yaygın olarak kullanılan 3.alfabedir  .
Aziz Clement  te Ohridde çok büyük  öneme sahip kişilerden biridir. Eğitim alanında bir çok kişiye sağladığı imkanlardan dolayı da bu şekilde bahsedilmektedir. 1000 yıl önce Ohridde bir üniversite açtığı söylenmektedir.


Bulunduğumuz  Yeni Ohrid denilen yeri arkamızda bırakarak Eski Ohride doğru ileriliyoruz. Eski Ohrid tarafının ilk ismi Lihnidos. Işıkların Kasabası anlamına geliyor. O dönemde kale üzerinde yerleşen halk, bulundukları noktadan göle baktıklarında, güneş ışınları çok hoş görünürmüş. Bu ismin verilmesinin sebebi budur. 6.yy da çok büyük bir deprem meydana gelir, tüm kasaba yerle bir olur. O günden sonra Lihnidos ismi geçmez.7.yy da kale üzerine Slavlar yerleşir ve şehrin ismini Ohrid olarak değiştirirler. Ohrid, Slavcada bayırcık anlamına gelmektedir. Sonrasında yerleşen Osmanlılar da hiçbir değişiklik yapmazlar ve o günden beri şehrin adı Ohriddir.


Eski Ohrid dediğimiz kesim de tam bir Osmanlı şehri. Varoşlular deniyor bu bölgeye ama yaşayan kesim gayet iyi durumda. Kaldırımlar Osmanlı-Türk kaldırımı.2 adet kilise var, tam şehrin girişinde. Karantina kilisesi olduklarından bu noktada konumlanmışlar. Eskiden kasabaya girmek isteyen insanlar veba gibi hastalıklara karşı 4 gün boyunca burada karantinaya alınırmış. Bazı bölgelerde 4,bazı bölgelerde 40 gün..  Evliya Çelebi, Dubrovnik’e gitmiş. Orada karantina süresi 40 gün olduğundan bekleyememiş ve Dubrovnik’i  görmeden dönmüş. İtalyancada 40, kuarenta demek ,40 gün olayı buradan geliyor yani.


Ara sokaklara girdiğimizde Safranbolu evlerine benzeyen evler çıkıyor karşımıza.ne de olsa Osmanlı mimarisi. Bir zamanların gözde dizisi Elveda Rumeli bu sokaklarda çekilmiş. Evlerin mimarisi normalden biraz farklı, 3 katlı ve 1.kat hayvanların tutulduğu taşlık bir alan ve kiler olarak kullanılıyor. 2.kat oturma ve yemek odası, kışın hayvanlardan gelen sıcaklıkla ısınmaktadır.3.kat ise mutfak. Mutfağın en üst katta olma sebebi ise olası bir yangın anında alevler üst kata çıkmasın diye.


Şehirdeki bir başka önemli yapı da Ayasofya Kilisesi. Rivayete göre bir şehirde 365 tane kilise varsa, Ayasofya kilisesi inşa edilir. 11.yy ın ilk yarısında inşa edilmiştir. Haç planlıdır. Osmanlı döneminde camiye dönüştürülmüştür.1912  Balkan savaşına kadar cami olarak kullanılmış, sonrasında minaresi yıkılarak tekrar kiliseye dönüşmüştür. Yugoslavya döneminde müze haline getirilmiştir. Giriş ücretli ve içeride görülmeye değer bir şey yok çünkü Osmanlı döneminde badana yapılmış ve bütün freskler kaybolmuştur.  Akustiği çok güzeldir bu sebeple yaz döneminde bu mekanda festivaller ve konserler düzenleniyor.  Türkiye’den  Fazıl Say burada konser vermiş.


Eski Ohrid şehrinde gezimizi tamamladıktan sonra Ohrid gölünde de tekne turumuzu yapıyoruz. Eğer imkanınız varsa kesinlikle gün batımını izleyin.


Yemek kültürü ise bizimkine çok yakın. Güveçte kuru fasulyesi meşhur, bizimkinden farkı yok. Balkan köftesi ,dana etinden yapılan, içi kaşarlı, isteğe göre kaymakla servis edilen  hamburger köftesi büyüklüğünde ..


Servis konusu biraz sıkıntılı. Garsonlar algılamakta zorluk çektikleri gibi servis te çok yavaştır. Yan masanın siparişini alıp, getirmeden diğer masaya dönüp sipariş almazlar. Anlayacağınız aceleniz varsa, fast food tercih edin derim .



15 Ekim 2018 Pazartesi

Selanik



Thessalonike şehrinin adı Yunanca Thessalos ve Niki kelimelerinin birleşiminden gelmektedir. Adını Makedon prenses aynı zamanda Büyük İskender’in kız kardeşi Thessalonike ‘den almaktadır ( Türkçede Selanik olarak anılır) Yunanistan’ın Atina’dan sonra 2.büyük şehridir. Çok fazla sayıda üniversitenin bulunduğu bir eğitim şehri, aynı zamanda eski tarihi olan bir şehirdir. Bazı bölgeleri halen daha Osmanlı’nın izlerini taşımaktadır. Karayolu ulaşımının da rahatlığı sebebiyle İstanbul ve Trakya bölgesinde yaşayanların hafta sonu için gittikleri yerdir. Tabi ki bu noktada akla ilk gelen de Atamızın doğduğu evin bu şehirde olması..

3 katlı, kiler kısmıyla Osmanlı mimarisini gösteren evin  ismi Selanik Atatürk evi ve müzesi olarak geçiyor . Giriş ücretsiz ancak çok fazla sayıda talep olduğunda randevu alınarak gidiliyor. Gidip kapıda sıraya girerek içeri alınıyoruz.  Girişte Türkçe ve İngilizce “Hoşgeldiniz” yazısının altında hem Türkçe hem de İngilizce olarak “Herşeyin başlangıç noktası , bir umut doğdu” yazısı var ve gözlerim dolmadan okumayı beceremedim.

Atamızın evinde de bir ana kapı, bir de alt kapı olmak üzere iki farklı giriş var. Alt kapıdan girildiğinde müze haline getirilmiş odalar bulunuyor. Atatürk’e ait özel eşyalar, fotoğraflar ve bir de barkovizyon gösterisi var. Alt kısımdan merdivenle üst kata çıkılabiliyor.

Üst katta ise Atatürk’ün doğduğu oda, banyo ve mutfak bulunuyor. Bahçede bulunan nar ağacı Ali Rıza Bey tarafından dikilmiş ve Atatürk çocukken onun gölgesinde oynarmış. Tam karşısında da anlı şanlı bayrağımız dalgalanıyor. Bu arada görevliler de Türk, onu da belirteyim.


Evin hemen karşısında hediyelik eşya dükkanları var. Atatürk desenli magnetler, tabak ve bardaklar süslüyor bütün rafları.


T.C. Selanik Başkonsolosluğu , evin hemen yanında bulunuyor. Caddeye bakan kapıdan girişi var. Bayrağımın dalgalandığı iki binanın yanyana olması da çok onurlandırıcı..

Şehir içinde farklı yapılar da var. Eski tip evler çoğunlukta. Osmanlı döneminde önemli vilayetlerden biri olan Selanik, Yunanistanın Osmanlıya dair soğuk bir politika izlemesi sebebiyle yıkıma maruz kalmıştır.  O dönemde inşa edilmiş tek tük yapı var şu an. Çok fazla bir gelişmişlik yok şehirde. Binalar eski olduğundan olsa gerek..

Yunanistan’ın en büyük kilisesi olan Aya Dimitros ta Selanikte yer alır. Şehir merkezinde dolaşırken görülebilecek diğer yerler Kordon, Selanik Kalesi ve Beyaz Kuledir. Beyaz Kule, Osmanlının geri çekilmek zorunda kaldığı zaman kırmızı olan ve kanlı kule olarak adlandırılan kuledir. Osmanlı döneminde beyaza boyanmıştır ancak rengi zamanla atarak tekrar kırmızıya dönmüştür. Alt katı etnografya müzesi olarak kullanılmaktadır.


Çok güzel deniz ürünleri yiyebileceğiniz restoranlar var. Özellikle ahtapotu tavsiye derim. Ben de tavsiye üzerine yedim ve ne yalan söyleyeyim ilk defa yedim ve bayıldım. Pazar günü olduğundan da çoğu dükkan ve mağazalar kapalıydı.










10 Eylül 2018 Pazartesi

Kavala


İstanbul’dan ağır ağır süren yolculuğumuzla 445 km sonra ulaşıyoruz İpsala sınır kapısına. Çok yoğun bir sıra var, giriyoruz. Saatler süren beklemeden sonra giriş yapıyoruz Yunan topraklarına..  Sınırdan girer girmez ilk durağımız Kavala..  Eski dönemlerde Makedonya Krallığının sınırları içerisinde kalan , sonrasında Yunanistan’a dahil olan şirin mi şirin bir şehir. Günümüzdeki nüfusu 350.000 dolaylarında olup, İzmir’in sahil şeridini andıran bir kasaba şu an.. İstanbul’a yakın konumda olmasından kaynaklı, İstanbul ve Trakya kesiminden bir çok Türk’ün hafta sonu için gittiği sevimli şehirlerden biridir. Konaklama için de küçük moteller bulunmakta şehir merkezine yakın konumlarda..
Kavala denince akla ilk gelen tabi ki kurabiyeleri.. Şehre girişte cafe-dinlenme tesisi denilen derme çatma bir yerde bir dükkanda bulunuyor. Rum olduklarını düşündüğüm çalışanlar da Türkçe biliyor.  Burada Türk kültürüne fazlasıyla yakın bir kahvaltı aldıktan sonra satın aldık bu kurabiyelerden. Şehir içinde farklı yerlerde de uygun fiyatla bulmak mümkün. Zira sahil boyunda yürüyüş yaparken de civardaki bazı dükkanlarda satıldığını gördüm. Farklı türlerde satılıyor, aynı bizdeki un kurabiyesi  görüntüsünde , tadı da benziyor ama içerisinde portakal, nar gibi bazı meyve aromaları var. Sade olanları da bulunuyor.
Buralara kadar geldik madem, Kavalalı Mehmet Ali Paşadan söz etmeden de geçmeyelim. Kavala, aynı zamanda bir dönemin Mısır valiliğini yapmış  Mehmet Ali Paşanın da doğum yeri.  Kavalalı Mehmet Paşa, kalabalık nüfuslu bir ailenin fertlerinden biridir. Daha sonra kardeşlerinden ayrılarak, Napolyon'un Mısır'ı işgaline karşı Osmanlı tarafından Mısır'a gönderilen orduda görev almış daha sonra Mısır valisi olmuştur. O dönemde yaşanan Rusya ile İngiltere arasındaki savaşta, İngiltere tarafından anlaşmaya zorlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu kriz hali, yükselmesinde önemli rol oynamıştır. Oldukça ileri görüşlüdür ve Avrupa’dan getirttiği hocalardan yardım alarak Mısır'ın kalkınması için çeşitli ıslahatlar yapmış ve 1848'de Kahire'de hayatını kaybetmiştir.
Şehir merkezine geldiğimizde  o  dönemden kalma bazı tarihi yapılar karşılıyor bizi.  Bunlardan ilki o dönemde  yapılmış Kavalalı imarethanesi, şu anda otel olarak kullanılmaktadır. Kanuni zamanında yapılmış cami , kiliseye dönüşmüştür. Girişte, şehrin üst tarafında  Kanuni zamanında yapılmış su kemerleri, halen daha orijinalliğini korumaktadır. Bu kemerler de İbrahim  Paşa’nın  şehri ziyareti sırasında halkın su sıkıntısı çektiğini öğrenmesi üzerine yapılmış ve uzak noktalardan şehre suyun nakledilmesi bu kemerler sayesinde sağlanmıştır.

Sahil kesimi tam anlamıyla fotoğraf noktası olabilecek yerlerden .. Sahil boyunda yürürken solumuza baktığımızda duvarda bulunan Kıbrıs haritasının kuzey kısmı kırmızıya boyalı olarak çıkıyor karşımıza.. Kıbrıs sorunun yaşandığı dönemde çok fazla asker kaybetmiştir Kavala.. Bunu sembolize etmek adına kanı simgelemek üzere kırmızı boyalıdır kuzey kısım. Savaşa girmiş, ama ölmeyerek hayatta kalmış insanların gözyaşları, hemen karşısındaki binanın üzerinde kırmızı boya ile simgelenmiştir. 





Sahil kesimi tam anlamıyla fotoğraf noktası olabilecek yerlerden .. Sol tarafta bulunan Kıbrıs haritasının kuzey kısmı kırmızıya boyalı olarak çıkıyor karşımıza.. Kıbrıs sorunun yaşandığı dönemde en çok asker kaybının yaşandığı bölgedir Kavala.. Bu sebeple kanı simgelemek üzere kırmızı boyalıdır kuzey kısım. Savaşa girmiş, ama ölmeyerek hayatta kalmış insanların gözyaşları, hemen karşısındaki binanın üzerinde kırmızı boya ile simgelenmiştir.

17 Haziran 2018 Pazar

Acarlar Longozu



Longoz, diğer bir adıyla subasar ormanı; mevsimsel yağış miktarına bağlı olarak taban suyu seviyesindeki değişmeler sonucu göl ve sulak bataklık görünümünde, tabanı ağaç ve bitki türleri ile kaplı olan göl ve sulak alanlardır.
Acarlar longozu, Sakarya’nın Karasu ilçesine bağlı, Türkiye’nin İğneada’dan sonra 2. büyük longozu unvanına sahip longozdur. Ancak tek parça longoz olarak ele alındığında Türkiye’de 1.dir ve 1.derece doğal sit alanı olarak anılmaktadır. Yaban hayatı geliştirme sahası olarak ta koruma altındadır. Cennet köşesini andıran ,  aynı zamanda doğa ve yeşil tutkunlarının durak noktası olan longoz, yeşil ile suyun eşsiz uyumu ve enfes bir doğa manzarası ile Türkiye’de bulunan görülmeye değer birkaç yerden biridir.  
Kuşların göç yolunda bulunan Acarlar longozunda 235 kuş türü ve su menekşesi, göl lalesi gibi ender türler bulunur. Bu sebeple Acarlar longozu kuş cenneti olarak ta anılmaktadır. Bunun yanı sıra içerisinde bazı balık türlerini de barındırmaktadır.
Özel aracınızla, Karasu mevkiinden Kaynarca istikametine doğru giderken 12 km lik bir yolculuk sonrası, ulaşılabilir. Ücretli ve yer bulabildiğiniz takdirde ücretsiz otoparkı bulunuyor onun dışında giriş ücreti alınmıyor. Aracınız yoksa,  Karasu terminalinden kalkan hatlı minibüslerle de ulaşım sağlanıyor ancak uzun mesafe olduğundan seferler çok seyrek ve bu sebeple gidiş-dönüşler sıkıntılı olabiliyor, özellikle de hafta sonu veya özel dönemlerde gidildiğinde.
Acarlar longozu, hemen hemen  bütün gezi bloglarında yer alan, o bölgede nadir bulunan doğal güzelliklerden biri. Benim gibi doğa aşığıysanız, görülmeye değer, hiçbir söylentiye kulak asmayın. Öyle ki yazmadan duramadım işte.
Tabiat parkı olarak adlandırılmış bölgeye ahşap bir kapıdan giriş yapıldığında farklı türlerde hediyelik eşya satan dükkanlar ve o yörenin meşhur ürünü karadut pekmezinin satıldığı tezgahlar çarpar gözünüze. Sağ tarafta bulunan cafe ise tam anlamıyla bir dinlenme mekanı olup, göl manzaralı tarafında oturup longozu seyretmenizi tavsiye ederim. Girişte bir de çocuk parkı bulunuyor .Hemen ilerisinde longoz turu yapabilmek ve fotoğraf çekebilmek için tahta bir köprü bulunuyor. Bunun haricinde yürüme yolu yok, dolayısıyla zorlanmadan yürüyebileceğiniz bir ayakkabı giymenizi tavsiye ederim. 8-10 dakika gibi bir sürede yürüyüş tamamlanıyor. (Ama tabi herkesin fotoğraf çekim süresine bağlı olarak değişebilir) Sol taraf ise mesire alanı olarak kullanılmakta olup, tahta piknik masaları bulunuyor. Diğer bir alternatif te 2-4 kişilik deniz bisikletleri. Tamamen kendi gücünüzle hareket ettireceğiniz deniz bisikletini kiralayarak tüm longozu gezebilirsiniz. Belirli dönemlerde Nilüfer yaprakları ve sazlıklar da longoz üzerinde görebileceğiniz diğer bitki türleri. Sevimli mi sevimli ördek sürüleri de fotoğraf karelerinde yerini alacak. Köprünün bitiminde çay molası verilebilecek bir cafe daha bulunuyor. Burada oturup çayınızı içerken hem doğa havası alıp, hem de istediğiniz açıdan fotoğraf yakalayabilirsiniz.

3 Haziran 2018 Pazar

Gölyazı


Gölyazı, Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı bir köyü. Köye araçla giriş yasak, sadece köy halkının arabaları veya esnafa mal getiren araçlar var. Girişte arabayı bırakıp, mıcırlarla dolu yoldan yaya olarak köye giriş yapmanız gerekiyor. Biraz toz toprak olacaksınız haliyle ama bu sevimli köyü görmek için değer.
Köye girdikten sonra dümdüz ilerleyince sol tarafta Aziz Panteleimon Kilisesi ve hemen yanında Gölyazı Kültür evi var. Biraz daha ilerleyince bölgenin simgesi ağlayan çınar, tam meydanda yer alıyor. Yaklaşık 750 yaşında olduğu düşünülen bu çınarın çok hüzünlü bir hikayesi var: Çok eski bir dönemde köyün delikanlılarından Mehmet, Rum kızı Eleniyeaşıktır. Meşhur çınarın önünde gizli gizli buluşurlar. Evlenmek isterler ama o dönemler de mübadele sürecine denk gelir.Yine bir gün Mehmet çınarın önüne gelir, bekler bekler ama Eleni gelmez. O sırada köye bir haber gelir, bütün Rumlar kimseye haber vermeden ,sadece alabildikleri eşyalarını alıp, köyü terketmişlerdir. Mehmet bunu öğrenir ve sevdiğinin peşine düşer. Yolda Eleni’nin abisiyle karşılaşır. Aralarında tartışma çıkar ve Mehmet yaralanır ancak şehre getirilene kadar hayatını kaybeder. Eleni bu olayı arkadaşlarından öğrenir ve köye gelir .Mehmet, çınarın altında kanlar içinde yatmaktadır. Bu sebeple çınar, ağlayan çınar adını almıştır. Diğer bir rivayet te ağacın göle yakın olmasından kaynaklı nemden terleme yaptığı ,bu sebeple bu adı aldığı düşünülmektedir. Köye gelenlerin fotoğraf molası verdikleri yerdir.
Bölgenin bir diğer fotoğraf noktası ise Uluabat Gölü. İznik gölünden sonra Bursanın 2.büyük gölüdür.Doldukça kalkan 6 kişilik teknelerle gölde tur düzenleniyor ki kesinlikle tavsiye ederim. 10-15 dakika süren süper manzaralı bir gezi. Tüm gölü turlama şansınız var, sahil kenarındaki tarihi surları yaya olarak gezdiğinizde farketmezsiniz ancak tekne turunda tam fotoğraflık bir manzarayla karşımıza çıkıyor. Göl çevresi fotoğraf ve gezi için de uygun, dinlenmek için banklar da var. Kavun içinde dondurma meşhur köyde, bildiğimiz Maraş dondurması kavun içerisinde servis ediliyor.
Köyün içinde turlarken sahildeki balıkçı teknelerine ilişiyor gözünüz. Yayın, sazan ve turna tatlısu balıkları bu bölgeden çıkarılan türler.Çok ince kılçıklı olduğundan yağda kızarması gerekiyor çünkü kılçıklar yağda eriyor.



Tekneden indikten sonra da iç kısımlara doğru ilerlediğinizde evlerine çaya davet eden misafirperver köylülerle tanışma imkanınız var. Hatta benim gibi sıcağa aldırış etmeden bütün köyü turlama planınız varsa farklı birkaç noktada ,kuluçkaya yatmış leylek yuvalarını fotoğraflama imkanınız da var.
Bu kadar yorgunluğun üstüne meşhur balıklarından yemeden dönmek olmaz deyip o nefis balıkların tadına bakmak için göl manzaralı bir balık restoranına uğrayın mutlaka. Kılçıksız ve çok rahat yiyebileceğiniz şekilde geliyor önünüze.Hatta bazı yerlerde köylülerin yaptığı ekmekten de yanında servis ediliyor ve isterseniz ekmek alabileceğiniz yerler de var.




kangal




Kangal, Sivas’ın en geniş yüzölçümü bulunan ilçelerinden biridir. Sivas’a 86, Malatya’ya 160 km mesafede,Gürün ve Divriği ilçeleri arasında yer alır.Bir çok medeniyete ev sahipliği yapan Kangal, 1902 yılında ilçe olmuştur. Sivas otogardan Malatya yönüne giden araçlarla 1 saat gibi bir sürede ulaşım sağlanabilir. Meşhur Kangal koyunlarını otlatan çobanların destekçisi, Kangal köpekleridir.Sivas deyince ilk akla gelen kangal köpekleri , dünyada emsali görülmemiş bir köpek türü olup, normal köpeklerden biraz daha irice ve cesur görünümlü olurlar. Her yıl Temmuz ayının 2.haftası Kangal köpek ve koyun festivali düzenlenmektedir. Festivalde çeşitli etkinlikler yapılmakta ve ödüllü yarışmalar düzenlenmektedir.  2-6 aylık yavruları, Kangal KöyHizmetleri Müdürlüğü tarafından yetki verilmiş veterinerlerce kontrolleri ve aşıları tamamlandıktan sonra yurt içi ve yurt dışı yerleşik kişiler tarafından satın alınabilmektedir. 2 aylıktan küçüklerin satışı yapılmamamaktadır.
İlçe merkezine giriş yapmadan birkaç km önce sol tarafta Kangal Köpek Çiftliği bulunmakta. Ancak ilçeye giriş yaptıktan sonra şayet aracınız yoksa taksi ile ulaşım sağlamanız gerekli. Çiftlikte bütün köpekler demir kafesler içinde bulunmakta olup, beslenme ve bakımlarına ilişkin tüm hizmetler karşılanmaktadır.Biraz bakımsız olduğu doğruama  ilçeyegelirseniz, mutlaka görmelisiniz çiftliği.
İlçe merkezine giriş yapmadan fotoğraf molası verilebilecek bir diğer nokta da sonradan inşa edilmiş bir kale. Maket görünümlü ancak en tepe noktasından bakıldığında süper bir manzarası var tabi bunun için de yüksek bir merdiven çıkmanız gerekli.Yüksek olduğu için de esiyor haliyle.Kale içerisinde şehitlerin ve Atatürk’ün fotoğrafı bulunuyor. Ayrıca dört tarafı da bayraklarla süslenmiş.Kale önünde bulunan, arkadaşını kucaklamış asker heykeli çok etkileyici..
İlçeye giriş yaptıktan sonra gezginlerin uğrak yeri olan bir diğer mekan da merkeze 13 km uzaklıktaki Balıklı Kaplıca.Balıklı çermik veya  Yılanlı çermik olarak ta bilinir.Kangal bölgesinde bulunan tek kaplıcadır. Daha önce söylediğim gibi buraya ulaşım için de araç gerekli. Giriş ücreti keyif veya tedavi amaçlı olup olmadığına bağlı değişkenlik gösteriyor. Doktor balıklar olarak adlandırılıyor burada termal havuzunda bulunan büyüklü küçüklü balıklar. Çünkü havuza girenlerin sedef, egzama gibi bir takım deri hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Hem açık hem de kapalı havuz var. Tedavi amaçlı geliniyorsa belirli aralıklarla kaplıcayı ziyaret etmek gerekli veya tesistebulunan motelde konaklama yapılabilir. Aynı zamanda bir restoran da bulunuyor.Bahçesinde bir de çeşme var, kudret çeşmesi adı verilmiş. Buradan su içilebiliyor ve üstelik şifalı olduğu söyleniyor. Havuza girmeden sadece temiz hava almak için bile ziyaret edilebilecek bir bölge.
Bunların haricinde Kangal ilçe merkezi düşünüldüğü kadar büyük ve gelişmiş değil. Bahsettiğim gibi gezgin noktaları çok uzak mesafelerde konumlanmış. Yaya olarak  gezebileceğiniz bölgede küçük çaplı yeme içme mekanları bulunuyor